29 Mayıs 2018 Salı
Söz veriyorum memleketi soyacağım diyen cumhurbaşkanı…
Cumhurbaşkanı adayı miting kürsüsüne çıktı, açık açık “yolsuzluk yapacağım, söz veriyorum çalacağım, memleketi soyup soğana çevireceğim” dedi. Miting alanı alkıştan yıkıldı.
Televizyona çıktı, alenen “ayrım yapmayacağım, istisnasız hepinizi soyacağım, birazını size dağıtacağım, lütfen beni uğraştırmayın, paralarınızı doğrudan cebime gönderin” dedi. İzlenme rekoru kırdı.
*
Garibanların gözüne sokarcasına aşırı büyük bir altın saat takıyordu, aşırı büyük bir yüzük kullanıyordu.
*
Üniversite diploması sahteydi.
*
Mega projeleri vardı.
“Gelişmiş ülkelerin şehirlerinde birer tane metro var, benim vizyonuma yetmez, şehirlerimize üçer tane metro yapacağım” dedi.
“Başkentimizde havalimanı var ama, ben başkentimize beş tane daha havalimanı yapacağım” dedi.
“Başkentimizde deniz yok ama plaja ihtiyacımız var, denizi getireceğim, başkentimizin sahili olacak” dedi.
“Lamborghini fabrikası açacağım” dedi.
“Bana oy veren herkese elden nakit para vereceğim” dedi.
“Maaş ödemeyeceğim ama herkese iş vereceğim” dedi.
“Emeklilerin masraflarını azaltmak için ötanazi merkezleri kuracağım, emekliler ölürse hiç masrafları olmaz” dedi.
“Trump'la Putin yakın arkadaşlarımdır, doğu bloğuyla batı bloğunu barıştıracağım, dünyanın lideri olacağım” dedi.
“Sadece kendi çıkarlarım için hareket edeceğim, aklınıza hayalinize gelmeyen yalanlar söyleyeceğim, 50 yıl iktidarda kalacağım” dedi.
“İktidardaki ilk icraatım olarak sevgilimi first lady yapacağım” dedi.
“Kamuoyu araştırma anketi yaptırmama gerek yok, cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığımı zaten falcılar açıkladı” dedi.
*
Yüzde 10 oy aldı!*
Evet… Sırbistan'da geçen sene yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde, bu vaatlerde bulunan cumhurbaşkanı adayı yüzde 10 oy aldı.
*
11 aday vardı.
“Söz veriyorum memleketi soyacağım” diyen aday üçüncü oldu, ikinciliği kıl payı kaçırdı.
*
İsmi, Luka Maksimoviç.
Komedyen!
*
Vatandaşın gözünün içine baka baka yalan söyleyen sahtekar politikacıları toplumun yüzüne vurmak için resmen aday olmuştu.
*
Kendisine oy verenlerin tamamı gençlerdi!
*
Peki, kendisine oy veren gençler aslında “komedyen” olduğunu, düzenbaz politikacılarla alay etmek için aday olduğunu bilmiyorlar mıydı? Elbette biliyorlardı. Zaten asıl o nedenle oy verdiler.
*
Sandık başında röportajlar yapıldı.
“Yalan söylediğini saklamayan sahte bir aday, doğrular hakkında yalan söyleyen gerçek bir adaydan daha namusludur” dediler.
*
Türkiye'de haber bile olmadı.
Ama, dünya basınında büyük yankı uyandırdı.
*
“Demokrasi kültürü” açısından enteresan ötesi bir gelişmeydi.
Tarihte örneği olmayan “ibret verici” bir seçimdi.
Hırsız politikacılara karşı eşi benzeri görülmemiş bir isyandı.
*
İdeolojilerden bağımsız.
Sosyal sınıflardan bağımsız.
“Kuşak” isyanıydı.
*
Gençler artık, kendilerini şapşal yerine koyan yalancı tiplere oy vermek istemiyor.
Gençler artık, kendilerinden daha eğitimsiz laf ebeleri tarafından yönetilmek istemiyor.
Gençlerin tırışkadan vaatlere karnı tok.
*
Günümüz dünyasında “demokrasi”yi tehdit eden en önemli tehlike, ahlaksız politikacılardır… Gençler bunun farkında.
*
Siber çağdan önce, internetin olmadığı günlerde, bilgiye cep telefonundan ulaşamadığımız dönemlerde, gençleri ebeveynleriyle birlikte sürü gibi gütmek mümkündü… Artık değil.
*
“Felaket veya saadet getirsin, sonu güzel veya çirkin olsun, daima hakikatten ayrılmayan” siyasetçiler arıyor gençler.
“Hakikatin ta gözünün içine bakan” siyasetçiler arıyorlar.
*
İlla seçimi kazanacak değil…
Asla gerçeği kaybetmeyecek siyasetçiler arıyorlar.
30.05.2018
YILMAZ ÖZDİL
SÖZCÜ
Meral Akşener, yaptırdığı anket sonuçlarını açıkladı
“YSK'ya talimat gittiğini duyum aldık"
İyi Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener KRT’de yaptırdığı anketle ilgili olarak bilgi verdi. Akşener, Millet İttifakı'nın Cumhur İttifakı'nı geçtiğini söyledi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalacağını ifade etti.
Akşener, gazetecilerin ‘Türkiye neden erken seçime gidiyor’ sorusuna “Türkiye ekonomik olarak çok sıkıntıda. İyi Parti kuruldu ve ilk defa Tayyip bey kendi rakibini seçemedi. Rakiplerini hep kendi seçerdi bu sefer seçemedi. İkincisi ekonomi çok zorda taşıyamayacaklarını gördüklerini düşünüyorum. Bahçeli söyledi ama aralarındakiş anlaşma neticesinde söyletildiğini düşünüyorum” şeklinde cevap verdi.
“YSK’ya talimat gittiğini duyum aldık"
“Biz grup kurmaya çalışmadık isteseydik kurardık. Sayın Kılıçdaroğlu’ndan gittim, bizim seçime sokulmamaz üzerine YSK’ya talimat verildiği duyumunu aldık. O nedenle randevu aldım, kendisinden ricada bulundum o da bu ricamı kırmadı teşekkür ederim. 15 milletvekili arkadaşımızı bizimle beraber olma yolunu açtı.”
“Hazır grup kurduk 100 bin imzayla uğraşma enerjini seçime hazırla dediler. Ben 100 bin imza toplayamazsam aday olmam demiştim. Allaha bin şükür milletim beni mahçup etmedi 4-5 saat içinde 100 bin imzayı bulduk.”
“İki dudağının arasında”
“Ekonominin ateşini düşürecek olan hemen OHAL’i kaldırmaktır. KHK’larla yüyütülen bir ülkede yabancı yatırımcıda yerli yatırımcı da yatırım yapar mı? Adalet, hukuk yoksa her şey bir kişinin iki dudağının… sen bendensin sen benden değilsn deme hakkı bir kişideyse, ne yabancı gelir, ne yerli yatırımcı gelir. Endüstri 4.0’ın konuşulduğu bir dönemde biz sanayisizleştik.”
“Türkiye çok erken sanayisizleştirildi. 10 milyon insan işsiz. Şimdi internet ekonomisi diye bir şey gelişti. Türkiye’de girişimcilere para veriyorlar ama sürdürülebilirlik açısından destek yok.Elbette Türkiye borçlanacak. İki köprüyü kendisinden önce yaptılar, 4 liraya geçiyorduk. Şimdi 8 liraya çıktı. Bu köprüler devletin. Onlara araç geçme garantisi verildi mi? Hayır. Çünkü o köprüler bizim. Şimdikiler nasıl? Araç geçme garantisinin verildiği, geçmediği takdirde hepimizin cebinden temin edildiği ve yandaşların ceplerinin dolduğu bir durum var.İkincisi israfı keseceğiz biz. Ankara şehir hastanesinin ‘hasta garantisi’ var. Hastalanmadı mı insanlar onu yine biz ödeyeceğiz. Türkiye’ye bir yıllık maliyeti 800 milyon TL. İsrafı önleyeceksiniz.Çok iyi bir ekonomik kadromuz var. Ayfer hanım gibi, Durmuş bey gibi tanıdıklarınız var bir de tanımadıklarınız var. Türkiye’de maddi olan her şey pahalandı. Ama manevi olan her şey ucuzladı. Bizim toplumlarımız çözülüyor. O insanların tekrar topluma katılmasının, üretime katılmasının önünü açmak zorundayız. Bir insan komşusunun kapısına haciz memuru gelmesini istemez. Bunu insanlara doğru şekilde anlatmak zorundayız.”
“Medya sahiplerine acıyorum"
“Ben iş adamlarına, gazetecilere, medya sahiplerine acıyorum. Türkiye’de maalesef medya sermaye ile iç içe. O gazeteler içinde gazetecilik yapmak isteyen, ama akşam da evine ekmek götürmek zorunda olan gazetecilere acıyorum.”
“TRT’yi satacağım. Bugünün şartlarında devletin televizyonu olmaz. İktidarın borazanı hiç olamaz. Türkiye’nin bütün kurumlarını gözden geçireceğiz. YÖK’ü kapatacağız. TOKİ ile ilgili sadece dar gelirli ailelere sosyal konut dışında hiçbir şey yapamayacak. Yani kupon üzerine al gülüm ver gülüm işler olamaz.Ben uzun yıllardır medya ile başı belada olan bir politikacıyım. Medya ile sermaye iç içe olamaz. Medya kurallarına uygun bir medya bakış açısı olması lazım. Gazeteci denilen insan başka bir şey. Aldıkları eğitim, hayat tarzları, bu insanların özgürleşmesi lazım. Bunun yolu da özgür bir şekilde gazetecilik yapmalarından geçiyor.”
“Meral Akşener’i övmek zorunda değil kimse. Namusuma laf atılana kadar ben bugüne kadar hiçbir gazeteciyi dava etmiş bir insan değilim. Siyasetçiyi medya eleştirecek. 17 Nisan 6 Mayıs arası AKP ve MHP’ye 2260 dakika, bize ise 9 dakika verilmiş. 6 Mayıs ile günümüze kadar bize yine 9 dakika verildi. Kayseri mitingime, on binlerce kişinin katıldığı mitinge sadece 38 saniye verdiler.”
"Anketler Millet İttifakı'nı önde gösteriyor"
24 Haziran için çok etkili bir dip dalga geliyor. Sandığa öyle bir çarpacak ki hepiniz şaşıracaksınız.
Anket yaptırıyorum. Durumumuz çok iyi. Bizim partimizin durumu iyi, Millet ittifakı, Cumhur İttifakı'nı geçiyor. Anket sonucu olarak söylüyorum bunu. Tayyip Bey ikinci tura kalıyor.
Ben 81 milyonun Cumhurbaşkanı olmak gibi bir iddianın sahibiyim. İşte 'ikinci tura Meral Akşener kalırsa Kürtler oy vermez' gibi incitici bir cümleyi şiddetle reddediyorum. Kimsenin oyu cebinde keklik değil. Biz şu an birinci turdan ikinci tura geçmek üzere bir kampanyanın içindeyiz. Erdoğan'ı göndermek konusunda hemfikiriz ancak diğer Cumhurbaşkanı adayları ile rakibiz aynı zamanda biz. O yüzden birbirimizi incitmeden hareket etmeye çalışıyoruz.
28 Mayıs 2018 Pazartesi
Akaryakıta bir zam daha geldi
Akaryakıt fiyatlarına benzin ve motorinde 8 kuruş, LPG'de 9 kuruş zam geldi. Yeni gelen zamlar, ÖTV 'nin aynı oranda indirilmesiyle pompa fiyatlarına yansıtılmayacak.

Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikası’ndan (EPGİS) yapılan açıklamada, rafineri çıkış fiyatlarında ÖTV’nin gerçekleşen artış tutarı kadar düşürülmesine ilişkin 17 Mayıs’ta yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararı, bu gece yarısından itibaren motorin ve benzinde oluşan 8 kuruşluk zam ihtiyacını karşılamak üzere 2’nci kez uygulanacağı belirtildi.
EPGİS TWİTTER’DAN DUYURDU
EPGİS’in sosyal medya hesabından yaptığı açıklamaya göre, benzin ve motorine 8 kuruş, LPG’ye de 9 kuruş zam yapıldı.

AA
YEMENİ/YILMAZ ÖZDİL
Yemeni
Demirel'in “fötr”ü vardı.
Köylü çocuğu olarak şehirli sembolü taşıyordu. Miting meydanının en arkasında duran vatandaşın kafasına takacakmış gibi kolunu uzata uzata sallardı.
Ecevit'in “kasket”i vardı.
Anne tarafından saraylı, Robert Kolej mezunu olarak köylü sembolünü marka edinmişti
Erbakan'ın “takke”si vardı.
Camiye sokulan siyasetin kafaya takılan modeliydi. Kafasını örtsün diye değil, kafasının içindekini göstersin diye kullanırdı.
Bir uçtan öbür uca…
“Poşu” takan da vardı.
“Börk” kullanan da.
Güya bunların hepsi kendilerine özgü ideolojileri temsil ediyordu ama, aslında hepsinin “ortak” özelliği vardı.
Erkek egemen toplumun, erkek aksesuarlarıydı.
“Baba, Karaoğlan, Hoca, Başbuğ” gibi erkek sıfatlarının, erkek sembolleriydi. “Reis” de öyle.
Bu memleketin kadınlarından daima erkek sembolleriyle, erkek sıfatlarıyla oy istendi.
Ve, demokrasi tarihimizde ilk kez “tülbent” görüyoruz.
Anadolu'nun dört bir köşesindeki kadınlar, çeyiz sandıklarından çıkardıkları umutlarını hayallerini “tülbent” halinde “yemeni” halinde “yazma” halinde Meral Akşener'e veriyor.
Batman'dan Kayseri'ye Denizli'den Konya'ya Aydın'dan Samsun'a Antalya'dan Zonguldak'a miting kürsüsüne “yemeni” yağıyor.
Farklı coğrafyalarda yaşayan, kiminin saçı açık, kiminin kapalı, birbirini hiç tanımayan kadınlar adeta sözleşmişler gibi, ne etnik kökenden bahseden var, ne mezhepten, sadece “yemeni” var.
Neticeyi bilmem.
Ama bu ilk kez oluyor.
Bana sorarsanız, sessiz çoğunluğun şapkaya da, takkeye de, poşuya da isyanı bu… Yemeni devrimi yaşanıyor.
29.05,2018
YILMAZ ÖZDİL
SÖZCÜ
Kaynak:SÖZCÜ
Kaynak:SÖZCÜ
İşte açıklanan en son anket!
26 Mayıs’ta yaptığı anketinin sonuçlarını paylaşan İstanbul Ekonomi Araştırma, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oy oranını açıkladı, diğer adayların oy oranlarını duyurmadı. Araştırma şirketi, çoğu anket şirketinin aksine, ilk turda kazananın olmayacağını ileri sürdü.
İstanbul Ekonomi Araştırma 24 Haziran seçimlerine giderken yaptığı son araştırmayı daha önceki iki araştırmasıyla karşılaştırmalı olarak yayınladı. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın yaptığı ankete göre, cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ilk turdaki oyu yüzde 44.02 olarak çıktı. Firma, diğer cumhurbaşkanı adaylarının oy oranlarını duyurmadı. Milletvekili seçimlerinde ise Meclis’te çoğunluğu sağlayan parti ya da ittifak çıkmadı.
İşte İstanbul Ekonomi Araştırma’nın “Nisan ve Mayıs aylarında yaptığımız, sonuncusu 26 Mayıs tarihli kamuoyu araştırmalarımızdan bazı sonuçları paylaşıyoruz” notuyla paylaştığı araştırma sonuçları:
İTTİFAKLARIN OY ORANLARI
Ankete göre, 26 Mayıs tarihinde “Bu pazar seçim olsa hangi ittifak ya da partiye oy verirsiniz?” sorusuna katılımcıların yüzde 44.5’i ‘cumhur ittifakı’, yüzde 40.5’i ‘millet ittifakı’, yüzde 13.5’i HDP yanıtını verdi.
PARTİLERİN OY ORANLARI
Aynı soruda partilerin oy oranları ise şöyle sıralandı: AK Parti yüzde 42.4, CHP yüzde 22.7, İYİ Parti yüzde 15.7, HDP yüzde 12.1, MHP yüzde 3.8, SP yüzde 2.5.
ERDOĞAN’IN OY ORANI
Erdoğan’ın ilk turdaki oy oranı ise yüzde 44.02 olarak tespit edildi. Şirket, Erdoğan dışındaki adayların oy oranlarını ise açıklamadı.
27 Mayıs 2018 Pazar
SONAR Araştırma Şirketi Başkanı Hakan Bayrakçı, canlı yayında 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimi ve parlamento seçimleri için son anket sonuçlarını açıkladı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalacağını söyleyen Bayrakçı, Erdoğan, İnce, Akşener ve Demirtaş'ın oy oranlarına dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
24 Haziran seçim sonuçları için son anket sonuçları gelmeye devam ediyor. Son ankete göre partilerin oy oranları ne durumda? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oy oranı yüzde kaç? Muharrem İnce, Meral Akşener, Selahattin Demirtaş yüzde kaç oy alacak?
Cumhur ittifakı (AK Parti-MHP-BBP), Millet ittifakı (CHP-Saadet Partisi-İYİ Parti-Demokrat Parti) ve HDP'yi son ankete göre Meclis'te nasıl bir dağılım bekliyor?SONAR Araştırma Şirketi Başkanı Hakan Bayrakçı, son seçim anketini ve Cumhurbaşkanı adaylarının performanslarını Habertürk TV canlı yayınında değerlendirdi.
Bayrakçı'nın değerlendirmeler şöyle:
MERAL AKŞENER'İN OY ORANI YÜZDE KAÇ?
"Meral Hanım'a bu medyanın bir hediyesi. 3-4 ay önce bekleneni veremedi diye bir laf çıkmıştı İYİ Parti için. Şimdi gözlüyorum ki, 15-16'nın altında değil, hiçbir şekilde. Hem Meclis'le ilgili milletvekili oyları da yüksek, Meral Hanım'ın alacağı oy da yüksek. 20 bandını zorlamaya başladı Meral Akşener. Barajı geçtiği gibi, 20 bandını zorluyor.
Muharrem İnce de son bir haftalık performansı ile, dün geceki konuşmalarını da sonradan izleyebildim, tutarlı bir görüntü ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı zaten öyle, başarılı bir politikacı. Her seçim iyi gidiyor.
MUHARREM İNCE'NİN OY ORANI YÜZDE KAÇ?
Muharrem İnce, CHP'nin önceki seçimlerde aldığı yüzde 25-26'ları geçiyor. İnce ilk turda 30'a yaklaşırsa finalin adı zaten Recep Tayyip Erdoğan-Muharrem İnce olur. Çok başarılı gidiyor Muharrem İnce. Örgüte bir moral verdi, toparladı. Açıkçası üçü de, iyi performansla gidiyorlar. Muharrem İnce mi finale kalacak, yoksa Meral Akşener mi kalacak? Şimdilik Muharrem İnce gözüküyor. Ancak Meral Akşener de zorluyor.
"HDP BARAJI GEÇEBİLECEK GİBİ DURUYOR"
HDP seçmeni Türkiye'ye rengini göstermeden, Selahattin Demirtaş finale kazanamadığı zaman, finale kim kalırsa kalsın, Tayyip Erdoğan karşısında kim kalmışsa ona oy verecekler. HDP seçmeni 1-2 yıldır olaya, kendilerine yapılmış çok büyük bir düşmanlık olarak kabul ediyor. Oradan 11-12 puan... Milletvekili dağılımında mutlaka barajı geçecek gibi duruyorlar.
"MHP, BEKLENENDEN FAZLA ALABİLİR"
TBMM'de AK Parti'nin 300 çoğunluğunu yakalayamayacağını şimdilik düşünüyorum. Orada seçmenin de enterasan bir mantığı var. Cumhurbaşkanına oy vereyim ama Meclis'te MHP'ye oy vereyim diyen var. MHP, AK Parti listelerinden aday olsaydı çok eksik kalırlardı. Bahçeli, seçmenini de geri almayı başarabildi. İYİ Parti'ye giden gitti de. MHP milletvekili sandalye dağılımında beklenenden fazla alabilir.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN OY ORANI YÜZDE KAÇ?
Cumhurbaşkanı birinci turda seçilemez diyorum, ama en yüksek oyu alır diyorum. 43-47 arasında oy alır diyorum. İkinciliğe Muharrem İnce daha yakındır ama Meral Akşener beklenenden daha fazla performans göstermeye başladı. İkinci turda ise Erdoğan önde gözüküyor ama değişik bir sonuç çıkabilir kıl payı."
OĞUZ ATAY-TUTUNAMAYANLAR
Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın ilk romanıdır. Dört bölüm ve yirmi bir alt bölümden oluşan yaklaşık yediyüz sayfalık bir romandır. Yazımı bir yıl sürerek 1969’da biten eser, bazı bölümlerin yeniden yazılmasından sonra 1970 TRT-Roman yarışmasında başarı ödülü alır.
Ödül aldıktan sonra Oğuz Atay, romanını yayınevlerine götürür. Adının duyulmamış olması, romanın çok kalın olması ve birtakım kişisel kıskançlıklardan dolayı hiçbir yayınevi romanı basmaya yanaşmaz. Bazı yayınevi sahipleri, romanı okusalar da dönemine göre kitabı çok yeni, deneysel bulurlar; böyle bir kitabın satılamayacağını düşünürler. Derken Hayati Asilyazıcı, ticari kaygılar taşımadan, iyi bir yayıncılık örneği göstererek Tutunamayanlar’ı Sinan Yayınevi’nde iki cilt olarak basar (1972).
Dönemine göre oldukça cesur bir adım sayılan Tutunamayanlar romanı basıldıktan sonra okuyucuya kavuşmuş olur. Ancak edebiyat çevreleri ve eleştirmenlerce hakkettiği ilgiyi görmez. Yeni Dergi’de Mehtnet Şeyda ve Murat Belge’nin yazıları dışında kaleme alınmış birkaç satırın ötesinde, romandan hiç söz edilmez.
Tutunamayanlar Romanının Konusu
Tutunamayanlar Türk romanının geleneksel çizgisinden sapan, alışılmışın dışında bir romandır. Dış yaşantılarının önem taşımadığı romanda, olay yok denecek kadar azdır. Roman daha çok karakterlerin iç dünyalarında yoğunlaşarak izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerle oluşur. Bu bakımdan özetlenmesi güçtür. Ancak Tutunamayanlar’ın konusu kısaca şöyle açıklanabilir:
Turgut Özben adındaki genç bir mühendis, yakın arkadaşı Sellim Işık’ın intihar ettiğini gazeteden öğrenir. Bu intiharın sebebini araştırmak için Selim’in arkadaşları (Süleyman Kargı, Esat, Metin) ve sevgilisi (Günseli) ile görüşmeler yapar. Yaptığı araştırmalar sonucunda Selim’in hayatının karanlıkta kalan yönlerini, onu intihara sürükleyen sebepleri öğrenir.
Selim yaşadığı düzenle uyun sağlayamayan, küçük burjuva değerlerine ve onların ucuz yaşantısına sırtını dönmüş, bu yüzden de toplum dışına itilmiş, kitaplara sığınmış bir aydındır. Turgut, Selim hakkında öğrendiği bilgiler ve araştırmaları sırasında karşılaştığı olaylar sonucunda kendini sorgulamaya başlar. O da Selim gibi bir tutunamayandır. Küçük burjuva değerleri arasında sıkışmış bütün yaşamını gelenekler, alışkanlıklar yönetmiştir. Turgut Özben, Selim’in ölümünün izinde derin bir iç hesaplaşmaya girerek romanın sonunda evinden ayrılır. Her şeyini geride bırakarak bir trene biner ve gözden kaybolur.
Romanda anlatıcı, Turgut Özben’in trende tanıştığı, onun notlarını düzenleyerek kitabı yayımlayan gazetecidir. Tutunamayanlar romanını oluşturan metinler, gazetecinin önsözüyle başlar. Gazetecinin yazdığı önsözün adı “Sonun Başlangıcı”dır. Gazeteci editörün yazdıklarının aksine Tutunamayanlar romanı tamamlanmamıştır. Kitabın sonunda Turgut’un gazeteciye yazdığı mektup yer alır. Tutunamayanlar baştaki “Sonun Başlangıcı” isimli önsözle, Turgut’un mektubu arasında yer alan, Batı edebiyatında çokça örneğini gördüğümüz kasten yarım bırakılmış bir romandır.
Tutunamayanlar Romanında Ana Şahıslar (Karakterler)
Selim Işık
Tutunamayanlar romanı Selim’in intihan çerçevesinde gelişir. Romanda diğer tipler (Turgut, Süleyman Kargı, Günseli, Esat, Metin) Selim’le olan ilişkileri münasebetleriyle ele alınır. Selim Işık, Tutunamayanlar’ın figürleri içinde en karamsar özelliklere sahip olan ve aynı zamanda en fazla idealize edilen tiptir.
Oğuz Atay, “Tutunamayanlar’ın prensi” Selim’i, fiziksel özellikleriyle net olarak vermez. “Uzun boylu, zayıfça, siyah saçlı” ve “kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu” gibi ifadelerle romanda sisler içinde kalmış bir insan görürüz. Yaşantısında yer alan zaman ve yer isimleri de siliktir. Romanda Selim Işık, duygularıyla, düşünceleriyle vardır. 19.yüzyılm gerçekçi romanlarında yer alan somut tiplere benzemez.
Oğuz Atay insanın iç dünyasından söz etmenin, dış görünüşünden her zaman daha ilginç olduğunu bilen bir romancıdır. . Bu yüzden de Selim’in ruh dünyasını vermekle yetinir, gerisini okuyucunun hayal dünyasına bırakır. Romanın diğer kişilerini de aynı şekilde verir.
Turgut Özben
Tutunamayanlar’ın aydın bireylerinden İkincisi Turgut Özben’dir. Başarılı bir mühendistir, mutlu bir evliliği vardır. Hayatını küçük burjuva dünyasının değerleri belirler. Selim’e göre düzenle barışık, dış dünyanın acımasızlığı karşısında hayatın bir yerinden tutunmayı başarmış bir tiptir. Selim’in intiharı ile birlikte o da tutunamayanlığı seçer. Selim’in yerini alır. Kata, arabaya, küçük burjuva nimetlerine boş verip, trene biner ve ortadan kaybolur.
Romanın sonunda bir trende bıraktığımız Turgut Özben, romanda en az Selim kadar önemli bir tiptir. Hatta temsil ettiği değerler bakımından Selim’den çok daha önemlidir. Oğuz Atay, Selim vasıtasıyla düzenle uyuşamayan, kültür ikilemi içinde yolunu şaşıran aydınların dramım anlatırken; Turgut karakteriyle işlevsiz kalmış Türk aydınının kimlik bulma savaşını ironik bir anlatımla dile getirir. Yani bir taraftan sorunu gözler önüne sürerken, diğer taraftan da sorunun çözümünü verir. Tabii ki Oğuz Atay romanında ahlaksal çözümler üretmeye çalışmaz. Tutunamayanlar romanı yoruma açık bir yapıttır. Böyle bir çözümleme romanın soyut bir simgesellikle iç içe yapısı göz önüne alınarak çıkarılmış bir sonuçtur.
Tutunamayanlar romanında okur, Turgut’un iç dünyasıyla bakar her şeye. Dış olayların önem taşımadığı romanda, Turgut’un sır dolu ve karmaşık ruhsal labirentleri, gelişim süreci ve sonunda Selim’le özdeşleşmesi ön planda işlenir. Tutunamayanlar’ın ‘çokkatmanlı yapısı içerisinde Turgut’un birbirine bağlı iki hikayesi vardır: ilk hikaye onun yazar oluşunun hikayesi, İkincisi ise soyut düzlemde İsa’nın peşine takılarak tutunamayanlığı seçmesinin hikayesidir. Romanda Turgut’un hayatı birbirinin reddi durumundaki iki devre halinde gelişir. Birinci devre Selim’in intiharından önceki küçük burjuva dünyasına ait hayatı, ikinci devre Selim’in ölümüyle birlikte hayatını sorgulayışı, bu ucuz yaşantıdan kopuşu.
Süleyman Kargı
Romanda felsefeci kimliğiyle öne çıkan Süleyman Kargı, Selim’in çocukluk yıllarını alaycı bir dille anlattığı “Şarkılar”a felsefi yorumlar getirdiği iddia edilen kişidir. Aslında “Açıklamalar” bölümünü de romanın ana karakteri Selim kendisi yazmıştır. Müthiş bir hayal gücü ve mizah yeteneğinin ürünü olan bu bölümü Süleyman Kargı yazmış gibi göstererek onun felsefeci kimliğinden yararlanır. Süleyman Kargı, aslında simgesel bir yanı olmayan şiirlerin fantastik yorumlarının, kendisininmiş gibi gösterilmesinin sebebini Turgut’a açıklar: “Beni karıştırmadan içi rahat etmedi. ‘Sen filozofsun’ dedi. ‘Açıklamaları senin yapmış görünmen gerekiyor. Böylece hiçbir şeyin farkında olmazlar. Atlatırız onları’ Onlar, onlar diye tutturmuştu.”
Süleyman Kargı’da Tutunamayanlar romanıdaki diğer aydın bireyler gibi toplumla uyuşamaz. Zaafları, bir ara intiharı düşünmesiyle o da bir tutunamayandır. Ancak o Selim gibi çıkış yolu olarak intihar etmez, mücadele eder. Selim, Süleyman Kargı’nın kendisi gibi toplumla ters düşmesine rağmen, kendi benliğini koruyabilmesine hayrandır. Onun kişiliğinden övgü ile söz eder.
Süleyman Kargı, Tutunamayanlar’ın üçüncü aydın figürüdür. Selim gibi karamsar özellikler taşımaz. Güçlü bir kişiliği vardır. Selim’in kişiliğindeki duygusal yoğunluğa karşılık, Süleyman Kargı’nın kişiliğinde akıl ön plandadır. Turgut’a da benzemez, onun gibi tutarsız değildir. Maddesel bir yaşamın çirkinliklerine bulaşmadığı gibi somut yaşamdan da kopuk değildir. Denilebilir ki, Süleyman Kargı, Tutunamayanlar da kimlik bunalımını aşmayı başarabilmiş, ruhsal dengeyi bulan Türk aydınının temsilcisidir. Bu bağlamda Atay’ın tamamlanmış son romanı “Bir Bilim Adamının Romanı” nın çalışkan ve dürüst aydını Mustafa İnan’la ortak özellikler taşır.
Metin Kutbay
Tutunamayanlar romanında Atay’ın aydın figürlerinin (Selim Işık, Turgut Özben ve Süleyman Kargı) dışında kalan o dünyaya ait olmayan tek karakterdir. Diğer üç karakter, tutunamayanlığın temsilciliğinde birbirini tamamlamakta,zaman zaman aynı sesle konuşmaktadır. Metin Kutbay ise romanın diyalektik yapısı içinde maddesel zevkleri simgeleyerek Selim’in karşıt kutbudur. Romanda küçük bir burjuva dünyasının sahte değerleri, toplumdaki çarpıklıklar ve çirkinlikler Metin’in kişiliğinde simgelenir. Oğuz Atay diğer karakterlerinin aksine Metin’i fiziksel özellikleriyle vererek, daha başta diğer tutunamayanlar karakterlerinden ayırır.
Metin diğer karakterlerin aksine, liseyi zor bitiren, okuma kültüründen yoksun birisidir. Diğer karakterler edebiyatla, felsefeyle uğraşırlarken Metin’in bu alanlara yaklaşımı özentiden öteye gitmez. Üçüncü sınıf yerli romanlarla başyapıtları aynı anda okuyacak kadar zevksiz birisidir. Klasik müzik eğitimi görürken Türkçe tangoları aynı heyecanla dinler. Metin’in en büyük özelliği yalan söylemeyi çok sevmesidir. Oğuz Atay, Metin’i ruhsal özelliklerini geliştiremeyen, düşünemeyen toplumun çirkin ilişkilerine bulaşarak öznel çıkarların batağında boğulan, toplumda çok iyi tutunan biri olarak anlatılır.
Metin, Selim’le tanıştığı ilk günden itibaren onun saflığını kullanarak yalanlarıyla onu zehirler. Selim’in kişiliğinin gelişiminde olumsuz bir etkendir. Onun insanlara olan güvenini kaybetmesinde Metin’in yalanlarının büyük payı vardır.
Romanda maddesel zevklerin sergilendiği her yerde Metin vardır. Tutunamayanlar romanında bayağılığın dorukta yaşandığı ikinci bölümün dokuzuncu alt başlığında Metin başroldedir. Meyhane muhabbetiyle başlayan gece, kumar ve genelev sahnesiyle biter. Romanda Selim’de yüceltilen ruhsal özelliklerinin karşısında Metin’de maddesel özellikler sergilenir.
Tutunamayanlar Romanında Yapı, Anlatım, Üslûp Ve Dil Özellikleri
Tutunamayanlar romanı, toplumdaki gidişe ayak uyduramayan ve ‘özü’nü yaşamak isteyen aydının çığlıklarıyla doludur. Oğuz Atay çağımız insanının dramım çok çarpıcı bir biçimde sergiler. Atay’ın eserindeki takındığı eleştirel tavır sadece bireyle sınırlı kalmaz. Bireyi merkez olarak toplumdaki çarpıklıkları da eleştirir. Topluma yönelik eleştiriler roman sınırlarını zorlarcasına toplumun bütün alanlarını kapsar. ‘Eğitim sistemindeki bozukluklar.’, ‘küçük burjuva dünyasının sahte değerleri ve evlilik düzeni’, ‘bürokrasi’, ‘gençlik eylemleri’, ‘tarih ve dil bilinci’ gibi birçok soruna el atar. Oğuz Atay 1930’lardan 1960 sonrasına uzanan bir dönemi, ‘ironi’ ve ‘ hiciv’ le yoğurarak ustalıkla anlatır.
Atay’a göre romanın başarısı ayrıntılarda saklıdır. İlk okuduğunda keyfi, dağınıkmış gibi görünen bu ayrıntıların Tutunamayanlar romanında titizlikle seçilmiş ve ustaca örülmüş birer malzeme olduğu görülür.
Oğuz Atay, Tutunamayanlar romanında doğrudan izleri görülecek derecede Kafka, Joyce, Nabokov, Gonçarov gibi çağdaş romancılardan etkilenmesine rağmen, yerli, aynı zamanda deneysel bir metin yazmıştır. Batı edebiyatında 1900’lerin başlarında görünen estetik düzlemdeki yenilikleri Oğuz Atay 1971’de romanına taşır. Önemli olanın ‘roman yazmak değil, ‘roman kurmak’ olduğunun bilincindedir. Ve bu bilinçle ‘kurgu mimarisi’ne büyük bir özen gösterir.
Tutunamayanlar Romanında Yapı ve Kurgu
Tutunamayanlar romanının en önemli biçim özelliği ‘atektonik’ bir yapıya sahip oluşudur. (atektonik; tarz, açık ya da esnek doku olarak da adlandırılan ve sonuca doğru tutarlı ve sıkı bir konu- olay ilerlemesi yerine konu birimlerine özen gösteren bir yapıdır). Tutunamayanlar romanının atektonik yapısı, geleneksel/gerçekçi romanın temel yapısı olan vaka- zaman- mekan zincirini kırar. Oğuz Atay bu yapı sayesinde konuyu ikinci plana iterek karakterlerinin iç dünya serüvenlerini aktarır.
Tutunamayanlar romanında ana olay sayılabilecek olan Selim’in intiharının ardından Turgut’un araştırmaları, geleneksel/gerçekçi romanlara göre hiçbir gerilim taşımaz. Bu öykü, romanı oluşturan metinlerin kurgulanabilmesi için yalnızca bir araçtır. Romanda zaman dizinsel (kronolojik) öykü anlatımı, çağdaş roman tekniklerinden montaj/kolaj kalıplarıyla delinerek metin içi öykülerin iç içe girmesi sağlanır. Turgut’un öyküsü, Selim’in öyküsüyle birleşir. Tutunamayanlar romanında hiçbir gerilim öğesinin olmaması, romanın hızlı, akıcı bir biçim içinde sürekli değişen planlara göre yazılmış olması eseri eleştirmenler ve okurlar için karmaşık bir hale sokar. Bu karmaşıklıkta, eleştirmenler kadar okurların da roman biçiminden beklentilerinin sınırlı olmasının payı büyüktür.
1.Çokkatmanlılık
Tutunamayanlar roman türleri açısında ele aldığında ‘çokkatmanlı’ bir doku gösterir. Tutunamayanlar romanında metni oluşturan tüm öğeler birden çok anlam katmanına göndermelerde bulunur. Bu çokkatmanlı ilişkiler ağında Oğuz Atay metin içi öyküleri alttan birbiriyle ilişkiye sokar. Anlam katmanlılığının zenginliği baraberinde okur farklılığını getirir. Atay anlam belirsizlikleri sergilediği romanında okuru metnin bir parçası haline getirerek kendi entelektüel birikimi doğrultusunda yorumlamasını ister.
Roman türleri açısında bir alt sınıflanmaya inersek çok daha zengin bir yapı ortaya çıkar. Oğuz Atay Tutunamayanlar’da döneminin aydın portresini çizer. Romanda yer alan gündelik hayat sahneleri ve toplumun maddesel / tinsel değerleri, yazarın yaşadığı çağı çarpıcı bir biçimde sergiler. Bu özelliği ile Tutunamayanlar romanı bir ‘çağ romanı’dır.
Tutunamayanlar romanı aynı zamanda bir ‘sanatçı romanı’dır. Turgut’un ve Selim’in kişiliklerinde sanatçı ve yaratıcılık sorunsalı işlenir. ‘Nasıl yazıyorum?’, ‘Nasıl yaratıyorum?’ soruları konu olarak ele alınırken, sanatçının olşumu, kimliği ve toplum içindeki yeri irdelenir.
Tutunamayanlar bir ‘aşk romanı’dır. Yıllarca her türlü sahtelikten, bayağılıktan uzak duran, gerçek bir sevginin açlığını çeken Selim aradığı aşkı bulur. Tutunamayanlar Selim’in Gürseli’ye olan derin sevgisinin romanıdır.
Tutunamayanlar romanı bir ‘polisiye roman’ olarak da okunabilir. Turgut’un, Selim’in ölümünden sonra onun intihar sebebini araştırması, Selim’i tanıyanlarla tıpkı bir dedektif gibi tek tek görüşmesi, romanı ‘polisiye roman’ çizgisine taşır.
Tutunamayanlarda Türk aydınının bilinçlenip gelişmesi anlatılır. Bu bağlamda roman - bazı farklarla birlikte - bir ‘oluşum românı’ olarak da değerlendirilebilir. Metnin çokkatmanlı dokusu, bu tür sınıflamaları genişletmeye elverişlidir. Tutunamayanlardaki bu çokkatmanlı organik doku, titiz ve dikkatli bir kurgu / biçim çalışmasının ürünü olup modernist / postmodernist edebiyatın belirgin özelliklerini yapısında taşır.
2.İsimlerde Simge Kullanımı
Oğuz Atay, isim sembolizasyonundan başarılı bir şekilde yararlanan romancımızdır. Karakterlerine gelişi güzel adlar vermez. Tutunamayanlarda figürleri için seçtiği adlar, onların kimliklerini daha da belirginleştirir. İsimleri karakterlerin en önemli özelliğini vurgular.
‘Selim’ kusursuzluğu, soyadı olan ‘Işık’ ise aydınlığı ve kutsallığı simgeler. Tutunamayanlar’ın prensi ve yol göstericisidir. Işık soyadı ile İsa peygamber arasında roman boyunca bir özdeşlik kurulur. Selim’in tıpkı İsa gibi ikinci kez yeryüzüne geleceği, onun ışığını takip eden tüm ezilenlerin, çektikleri sıkıntıların sona ereceği anlatılır.
Romanın ikinci aydın figürü Turgut Özben’in soyadıyla, özbenliğinin peşindeki arayış teması simgeleştirilir. Murat Belge, Turgut’un ‘ego’ (soyadı Özben), Selim’in ise ‘üst ego’yu temsi ettiğini; Selim’in ülküsel, peygamberimsi, Turgut’un ise daha normal, daha dünyevi bir tutunamayan olduğunu söyleyerek psikolojik düzeyde yapılan simgeciliğin altını çizer.
Romanda Metin ise Selim’in karşıt kutbu, yani maddesel değerleri, ucuz yaşantıları temsil edişiyle, her ortama uyum sağlayabilen, hayata karşı ‘metin’ tavırlarıyla isminin anlamını hak eder.
3.Metinlerarasılık
‘Metinlerarası’ öğe Tutunamayanların önemli bir kurgu eğilimini oluşturur. Metinlerarasılık postmodemizmin ana kurgu tekniği olarak bu edebiyatın sıkça başvurduğu bir tekniktir. Daha önce başka yazarlar tarafından üretilmiş metinlere göndermeler yapılır. Bu durumu roman sanatının meşru zemininde ‘metinlerarası bağlantı’ düzeyinde görenler olduğu gibi, yaratıcılığın girdiği darboğaz, intihal düzeyinde değerlendirenler de vardır. Hatta kimileri için bu durum edebiyatın sonudur.
Kurgu / biçim özelliklerindeki yenilik denemeleriyle bir bakıma postmodern çizgide sayılabilecek Tutunamayanlar romanında Oğuz Atay, bu imkandan önemli ölçüde yararlanır. Böylece romanın kurmaca dünyasını genişleterek okuyucusuna yepyeni hazlar, heyecanlar yaşatır.
Romanla bağlantı kuran metinler arasında varlığını ve etkisini yoğun bir biçimde hissettiren metinler, Kafka’nın metinleridir. Kafka’nın adı romanda sık sık geçer.
Romandaki bürokrasiyle ilgili eleştiriler Kafka’nın “Dava” ve “Şato” romanlarındaki bürokrasi eleştirilerini hatırlatır. “Dönüşüm” ve “Bir Rüya” adlı hikayeleri Oğuz Atay tarafından uyarlanır. Toplumla uyuşamayan ve maddeye yenilen insanın dramını anlatan Kafka’nın ve Kafka’nın izinde yürüyen Batılı yazarların yapıtlarında görülen ‘kafkaesk’ atmosfer, Tutunamayanlar romanının tümüne hakimdir.
Gonçorov’un “Oblamov” adlı romanında aynı adı taşıyan kahramanı Tutunamayanlar’da sıkça anılır. Oblamov, romanda iyi niyetli, ancak karamsar, hiçbir işe yaramayan pasif insanların bir prototip idir. Oğuz Atay Selim’in karakterini çizerken Oblamov karakterinden oldukça etkilenmiştir. Selim’de Oblamov gibi çırpınıp duran ama bir işe yaramayan, sıkıntıları ve coşkularıyla uçta yaşayan tuhaf bir insandır. Aralarındaki bu benzerlik, karakterlerinin davranış kalıplarının isimlendirilmesinde de göze çarpar. Oblamov’un tipik davranış şekilleri edebiyatta “Oblamovluk” kavramıyla tanımlarken, Atay’da Selim’in davranış kalıbını “selimlik” olarak adlandırılır.
Tutunamayanlar romanında Oğuz Atay’ın gönderme yaptığı metinler sadece Gonçarov’un “Oblamov”u ve Kafka’nın metinleriyle sınırlı değildir. Tatjana Seyppel’in Tutunamayanların diğer metinlerle olan ilişkisini belirlediği listesi tam bir sayfa sürer. Oğuz Atay Cervantes’ten Dostoyfevski’ye, Joyce’dan Nabokov’a uzanan bir çizgide metinlerarası bir metin oluşturmuştur. Oğuz Atay romanında bir bakıma okuyucusuyla oyun oynar, okuyucusundan birikimi doğrultusunda romanında açık yada örtük düzlemde yer verdiği metinlerin izini sürmesini ister. Eğer okuyucu bu benzerlikleri keşfederse romandan aldığı zevkin derecesi de artırmış olur.
4. Üstkurmaca
Edebiyat biliminde ‘üstkurmaca’, yazarın yazma edimini kurmaca metnin bir parçası durumuna getirmesi, nasıl yazdığım anlatması ve romanın içinde yazma edimi ile ilgili sorunlar konusunda düşünce üretmesi şeklinde tanımlanır. Tutunamayanlar romanı, simgesel kullanımıyla, başka edebiyat ürünlerine yaptığı göndermeler ve çağrışımlarla ve en önemlisi ‘yazma sorunsalı’na verdiği önemle debiyatımızda ‘üstkurmaca’ özelliğini içinde taşıyan ilk roman olarak kabul edilir.
Tutunamayanlar romanında kişiler durmadan okurlar, yazarlar eksik metinlerin peşinde orandan oraya savrulurlar. Metinler yorumlanır, üzerinde eklemeler yapılır. Romanda yer alan metinler, edebiyatın hemen her türüne (biyografi, ansiklopedi, mektup, günlük, tiyatro, öykü, şiir gibi) ait kasten yarım bırakılmış metinlerdir. Tutunamayanlar bütün bu eksik metinlerin toplandığı bir kitaptır.
Tutunamayanlarda kişiler nasıl ve neden yazdıklarını, yazarken karşılarına çıkan sorunları anlatırlar. Oğuz Atay onları böyle konuştururken aslında yazma eylemine ilişkin kendi görüşlerini açıklar. Yazma eylemi, romanda yeniden yazma eylemine dönüşür.
Romanın bir başka yerinde Esat, Selim’in okuduğu kitaplar yüzünden çok acı çektiğini ve insanlarca anlaşılmamaktan çok korktuğunu söyler: “Titrek bir sesle: ‘kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat Ağabey’ derdi. ‘Sanki hepsi benim için yazılmış. Bu kadar insanı birden canlandıramıyorum: hepsini birbirine karıştırıyorum. Gülünç oluyorum.’ Anlaşılmamaktan çok korkardı. ‘Başkalarından ayrı hissettiğimi nasıl belirtsem? Kimse bilmeyecek.... Hiç olmazsa mezar taşıma yazın: burada insanlara başka türlü hayran olan biri yatıyor. Ne türlü? Bir bilsem, ah bir bilsem.”
Oğuz Atay, romanın ana kişisinin ardına gizlenerek roman sanatı üzerine görüşlerini açıklar. Tutunamayanlarla bir çok kesime tuhaf, alışılmadık gelebilecek bir roman yazdığının farkındadır. Roman konusunda fazla bir sorgulamanın, tartışmanın yapılmadığı, modern edebiyatın tanınmadığı bir edebiyat ortamında romanı ile ilgili haklı endişeler taşır.
Tutunamayanlar Romanında Anlatım Özellikleri
Tutunamayanlar romanında bir anlatıcı figür vardır. Anlatıcı, Turgut Özben’in notlarım düzenleyen gazetecidir. Romanın anlatım biçimi, metnin sonuna eklenen Turgut Özben’in mektubu dışında genellikle üçüncü tekil kişi (o) anlatımdır. Romanda Oğuz Atay’ın egemen anlatım tutumu ise ‘ironik’ bir anlatımdır. Hiciv, taklit, başkasının dilinin abartılarak taklidine dayanan parodi, yabancılaştırma tekniği olarak alay, romanda egemen anlatım tutumu olarak ironiyi yaratır.
İroni edebiyat biliminde söylenenin tam karşıtını kastetme sanatı olarak tanımlanır. Tutunamayanlar daki ironi, nihilizm den çok, duygusal anları akıl merceğinden denetlemeye yarayan, duyguyu akılla kırma tarzında bir araçtır. Oğuz Atay, ironi acıyı hafifletmek için kullanmaz, aksine yaşatmak, erişilmez ya da dokunulmaz kılmak için kullanır. “Tutuııamayanlar”ın bir yerinde, Turgut, Selim’in ölüm haberini bir dostuna verdikten sonra düşünceleriyle sokakta başbaşa yürür. Oğuz Atay, Turgut’un duygusal yoğunluluğunu ironikleştirir.
Oğuz Atay en ciddi anların zihnindeki komik karşılıklarını / simgelerini bulmada çok başarılıdır. Onun ironik bir anlatımla çizdiği alaycı, neşeli, güldürücü adam görüntüsünün arkasında son derece kırılgan ve ürkek birisi gizlidir. Roman boyunca mizah ve hüzün, ironik anlatımla yan yana gelir. Romanda ironinin bulaşmadığı tek yer Selim ile Günseli’ılin aşkının anlatıldığı bölümdür. Bu bölümde Atay’ın alaycı tonu yerine duygulu bir tona bırakır.
Tutunamayanlarda olaylar zinciri bulunmadığından yazar anlatımı bireyin iç dünyasında yoğunlaştırır. İç dünyayı kesintisiz anlatabilmek için çağdaş roman tekniklerini kullanır. Bu tekniklerin başında ‘bilinç akımı’ gelir.
Oğuz Atay Tutunamayanlar romanında bilinç akımı tekniğiyle çağdaş batı romanının modem anlatım araçlarından ‘Kolaj’ tekniğini de bolca kullanır. İlk bakışta roman dokusuna aykırı gibi gelen ama ana tematiğin bir parçası olan bir metnin dokuya katılması diyebileceğimiz kolaj, Tutunamayanlarda özellikle kurmaca şarkıların ve şarkı açıklamalarının olduğu bölümlerde görülür ve bireyin bilincinin olduğu kadar bilinçaltının da aydınlığa çıkarılmasında yardımcı bir tekniktir.
Üslûp ve Dil Özellikleri
Tutunamayanlar romanına üslûp ve dil özellikleri açısından baktığımızda ‘kurgu’ ve ‘anlatım’ düzlemlerinde görülen yenilik denemelerinin burada da söz konusu olduğunu görürüz. Atay’ın amacı, yazdığı romanla bir dil ustası olduğunu kanıtlamak değildir. Aksine romanda dil ve söylem karmaşasıyla karşı karşıya geliriz. Geleneksel bir düzenin bir anlaşma aracı olan dil, Tutunamayanlarda ise anlaşamama aracına döner. Romanda kimse birbirini dinlemez, her kafadan bir ses çıkar.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar da kullandığı dil, iki özelliği içinde barındırır: Bir yandan kahramanlarıyla özdeşleşen, onlarla arasında duygusal bağlar kuran, diğer yandan da anlattıklarının gülünç hale getirilmeden, parçalanıp çarpıtılmadan ciddiye alınamayacağım farkında olan bir dildir. Tutunamayanların başka dillerin taklidi, parodisi olarak yazılması, duygunun abartılarak gerçeğin kırılması ve okurun ucuz duygusallık taklidiyle karşı karşıya bırakılması hep bu yüzdendir.
Oğuz Atay Tutunamayanlarda yeni bir üslûp denemesine girişerek dille, kelimelerle adeta oyun oynar. Alışılmışın dışında üslûp ve dil özellikleriyle romanda, postmodernizmin ‘kuralların bozumu’ anlayışı benimsenir. Oğuz Atay eserinin organik bütünlüğünü bozacak her yöntemi özgürce kullanır. Kelimeler olmadık yerde birleştirilir, bir cümleye değişik zamanlar sıkıştırılır, paragraflar arası mantıksal ilişkiler bozulur, değişik satır düzenlemeleri yapılır ve noktalama işaretleri alt üst edilir. Günseli’nin ağzından Selim’le yaşadıkları aşkın anlatıldığı 15. Alt bölümde 73 sayfa boyunca hiçbir noktalama işaretinin kullanılmaması bu bakımdan ilginç bir örnek teşkil eder.
25 Mayıs 2018 Cuma
OSMAN PAMUKOĞLU'NUN AÇIKLAMALARI
HEPAR Kurucu Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, 24 Haziran seçimlerinde neden Vatan Partisi'ne destek vereceklerini Ulusal Kanal özel yayınında anlattı. FETÖ ve PKK'ya karşı kararlı mücadeleyi Vatan Partisi'nin verdiğini söyleyen Pamukoğlu, Amerika'ya karşı da tek tavır alan ismin Cumhurbaşkanı adayı Doğu Perinçek'in olduğunu söyledi.
Atatürk devrimlerini ve tam bağımsızlığı her gün, her saat savunan tek parti Vatan Partisi'dir.
ABD'de karşı çıkmadan FETÖ ve PKK ile mücadele edilemez. Bunu yapan tek parti Vatan Partisi'dir.
Perinçek'in Öcalan'la görüşmesinin sorulması üzerine emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: O dönem Hakkari'deydik. Biz şöyle tartarız, bu PKK'nın gücünü artıran mı, azaltan bir hareket mi? Perinçek'in o günkü ziyareti PKK'nın gücünü azalttı.
Osman Pamukoğlu: Bugün Vatan Partisi'nin ABD'ye söylediğini söyleyebilecek bir parti başkanı var mı? ABD'ye kafa tutabilecek biri var mı?http://aydinlik.com.tr/176750 #HeparVatanDiyor
Perinçek'in Öcalan'la görüşmesinin sorulması üzerine emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: O dönem Hakkari'deydik. Biz şöyle tartarız, bu PKK'nın gücünü artıran mı, azaltan bir hareket mi? Perinçek'in o günkü ziyareti PKK'nın gücünü azalttı.
Ben Şevket Süreyya'nın kadro tanımına inanıyorum. Kadro yoksa hiçbir şey yok, kadro varsa mücadele var. Mustafa Kemal, o kadroları yarattığı için savaşabildi.
Bir Milli hükümet kurulmalıdır. Milli hükümeti en çok Vatan Partisi söylüyor. Burada insanların 'Listede yerim yok' gibi şeylerden soyutlanması gerekiyor."
Türkiye'nin sorunlarına dikkat çekti. Vatan Partisi'nin Türkiye'yi tehdit eden FETÖ, PKK ve Amerika'ya karşı kararlı mücadelenin adresi olduğunu vurguladı.
HEPAR Kurucu Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, 24 Haziran seçimlerinde Vatan Partisi'ni destekleme kararının gerekçelerini Ulusal Kanal Özel yayınında anlattı.
Ulusal Kanal Ankara Temsilcisi Eray Çelebi ve Aydınlık gazetesi Ankara Temsilcisi İsmet Özçelik'in sorularını yanıtlayan Pamukoğlu, Vatan Partisi'nin PKK ve FETÖ mücadelesine dikkat çekti.
Yıllarca canı pahasına PKK terörüne karşı mücadele eden emekli Tümgeneral Pamukoğlu'na Perinçek Öcalan görüşmesi de soruldu. Pamukoğlu, Perinçek'in o görüşmede PKK'nın gücünü zayıflattığını söyledi.
Türkiye'nin vatan savaşı verdiğini belirten Pamukoğlu, Vatan Partisi'nde kurmaylık düzeyinde askerlik yapan kadrolar olduğunu ifade etti.
NATO'nun ticari bir örgüte dönüştüğünü belirten Pamukoğlu, Türkiye'deki çıkış yolu için Milli Hükümet çağrısı yaptı.
HEPAR lideri, 24 Haziran için aldıkları karara partisinin uyacağını bir kez daha vurguladı.
Pamukoğlu'nun açıklamalarının satırbaşları şu şekilde:
"Dünya'da bütün olup bitenler I. Dünya Harbi öncesi duruma benziyor. ABD 'Suriye'den çekiliyorum' dediği zaman İran'a yönelik saldırganlığının artacağı belliydi. Suriye PKK'sı olan PYD'nin kontrol ettiği bölgeye 6 Fransız bataryası yerleştirildi. ABD'nin PYD'ye verdiği yardımlar ortada. Doğu Akdeniz ve Ege'de de Türkiye'yi kuşatma projesi var.
Vatan Partisi ile ekonomik ilkelerimiz aynıdır, siyasi söylemlerimiz, tam bağımsızlık şiarımız aynıdır.
Atatürk devrimlerini en fazla savunan parti Vatan Partisi'dir. Onun kadroları ve üyeleridir. Bir tek Vatan Partisii HDP kapatılacak diyor ve PKK silahla ezilecek diyor.
FETÖ Türkiye'de sadece bir partinin tüm liderlerini Silivri'ye gönderdi o da Vatan Partisi. FETÖ, kozmik odalara kadar girdi, onu kimse durduramıyordu. Fethullahçılar en çok Vatan Partisi ile uğraştı.
Doğu Perinçek aday değil mi? Hukuki, yasal olarak aday. Niye görmezden geliyorlar? Edirne cezaevine gidiyorlar, Selahattin'i yardımcı yapalım diyorlar, anadilde eğitimi savunuyorlar ama Doğu Perinçek'i görmezden geliyorlar.
Benim için pratik olan üyeleri serbest bırakmaktı, bu benim için en rahat seçenekti. Ben gücü bir yere karşı toplamayı tercih ettim. Vatan Partisi'nin söylemlerini ve maruz kaldığı saldırıları düşünmek onu desteklemek için yeterli olacaktır.
HEPAR Kurucu Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, 24 Haziran seçimlerinde Vatan Partisi'ni destekleme kararının gerekçelerini Ulusal Kanal Özel yayınında anlattı.
Ulusal Kanal Ankara Temsilcisi Eray Çelebi ve Aydınlık gazetesi Ankara Temsilcisi İsmet Özçelik'in sorularını yanıtlayan Pamukoğlu, Vatan Partisi'nin PKK ve FETÖ mücadelesine dikkat çekti.
Yıllarca canı pahasına PKK terörüne karşı mücadele eden emekli Tümgeneral Pamukoğlu'na Perinçek Öcalan görüşmesi de soruldu. Pamukoğlu, Perinçek'in o görüşmede PKK'nın gücünü zayıflattığını söyledi.
Türkiye'nin vatan savaşı verdiğini belirten Pamukoğlu, Vatan Partisi'nde kurmaylık düzeyinde askerlik yapan kadrolar olduğunu ifade etti.
NATO'nun ticari bir örgüte dönüştüğünü belirten Pamukoğlu, Türkiye'deki çıkış yolu için Milli Hükümet çağrısı yaptı.
HEPAR lideri, 24 Haziran için aldıkları karara partisinin uyacağını bir kez daha vurguladı.
Pamukoğlu'nun açıklamalarının satırbaşları şu şekilde:
"Dünya'da bütün olup bitenler I. Dünya Harbi öncesi duruma benziyor. ABD 'Suriye'den çekiliyorum' dediği zaman İran'a yönelik saldırganlığının artacağı belliydi. Suriye PKK'sı olan PYD'nin kontrol ettiği bölgeye 6 Fransız bataryası yerleştirildi. ABD'nin PYD'ye verdiği yardımlar ortada. Doğu Akdeniz ve Ege'de de Türkiye'yi kuşatma projesi var.
Vatan Partisi ile ekonomik ilkelerimiz aynıdır, siyasi söylemlerimiz, tam bağımsızlık şiarımız aynıdır.
Atatürk devrimlerini en fazla savunan parti Vatan Partisi'dir. Onun kadroları ve üyeleridir. Bir tek Vatan Partisii HDP kapatılacak diyor ve PKK silahla ezilecek diyor.
FETÖ Türkiye'de sadece bir partinin tüm liderlerini Silivri'ye gönderdi o da Vatan Partisi. FETÖ, kozmik odalara kadar girdi, onu kimse durduramıyordu. Fethullahçılar en çok Vatan Partisi ile uğraştı.
Doğu Perinçek aday değil mi? Hukuki, yasal olarak aday. Niye görmezden geliyorlar? Edirne cezaevine gidiyorlar, Selahattin'i yardımcı yapalım diyorlar, anadilde eğitimi savunuyorlar ama Doğu Perinçek'i görmezden geliyorlar.
Benim için pratik olan üyeleri serbest bırakmaktı, bu benim için en rahat seçenekti. Ben gücü bir yere karşı toplamayı tercih ettim. Vatan Partisi'nin söylemlerini ve maruz kaldığı saldırıları düşünmek onu desteklemek için yeterli olacaktır.
ABD'de karşı çıkmadan FETÖ ve PKK ile mücadele edilemez. Bunu yapan tek parti Vatan Partisi'dir.
Perinçek'in Öcalan'la görüşmesinin sorulması üzerine emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: O dönem Hakkari'deydik. Biz şöyle tartarız, bu PKK'nın gücünü artıran mı, azaltan bir hareket mi? Perinçek'in o günkü ziyareti PKK'nın gücünü azalttı.
Osman Pamukoğlu: Bugün Vatan Partisi'nin ABD'ye söylediğini söyleyebilecek bir parti başkanı var mı? ABD'ye kafa tutabilecek biri var mı?http://aydinlik.com.tr/176750 #HeparVatanDiyor
Perinçek'in Öcalan'la görüşmesinin sorulması üzerine emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu: O dönem Hakkari'deydik. Biz şöyle tartarız, bu PKK'nın gücünü artıran mı, azaltan bir hareket mi? Perinçek'in o günkü ziyareti PKK'nın gücünü azalttı.
Ben Şevket Süreyya'nın kadro tanımına inanıyorum. Kadro yoksa hiçbir şey yok, kadro varsa mücadele var. Mustafa Kemal, o kadroları yarattığı için savaşabildi.
Bir Milli hükümet kurulmalıdır. Milli hükümeti en çok Vatan Partisi söylüyor. Burada insanların 'Listede yerim yok' gibi şeylerden soyutlanması gerekiyor."
Türk Klasikleri Listesi
*Acımak (Reşat Nuri Güntekin)
*Çalıkuşu (Reşat Nuri Güntekin)
*Dudakten Kalbe (Reşat Nuri Güntekin)
*Yaprak Dökümü (Reşat Nuri Güntekin)
*Eski Hastalık (Reşat Nuri Güntekin)
*Kavak Yelleri (Reşat Nuri Güntekin)
*Akşam Güneşi (Reşat Nuri Güntekin)
*9. Hariciye Koğuşu (Peyami Safa)
*Yalnızız (Peyami Safa)
*Selma ve Gölgesi (Peyami Safa)
*Sözde Kızlar (Peyami Safa)
*Matmazel Noreliya'nin Koltuğu (Peyami Safa)
*Fatih Harbiye (Peyami Safa)
*İçimizdeki Şeytan (Sabahattin Ali)
*Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali)
*Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali)
*Değirmen (Sabahattin Ali)
*Sırça Köşk (Sabahattin Ali)
*Semaver (Sait Faik Abasıyanık)
*Lüzünsuz Adam (Sait Faik Abasıyanık)
*Alemdarda Var Bir Yılan (Sait Faik Abasıyanık)
*Mahalle Kahvesi (Sait Faik Abasıyanık)
*Son Kuşlar (Sait Faik Abasıyanık)
*Kayıp Aranıyor (Sait Faik Abasıyanık)
*Havuz Başı (Sait Faik Abasıyanık)
*Sarnıç (Sait Faik Abasıyanık)
*Gulyabani (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
*Şıpsevdi (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
*Mürebbiye (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
*Muhabbet Tılsımı (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
*Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
*Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Ahmet Hamdi Tanpınar)
*Huzur (Ahmet Hamdi Tanpınar)
*Handan (Halide Edip Adıvar)
*Sinekli Bakkal (Halide Edip Adıvar)
*Mor Salkımlı Ev (Halide Edip Adıvar)
*Ateşten Gömlek (Halide Edip Adıvar)
*Vurun Kahpeye (Halide Edip Adıvar)
*Kalp Ağrısı (Halide Edip Adıvar)
*Zeyno'nun Oğlu (Halide Edip Adıvar)
*Tatarcık (Halide Edip Adıvar)
*Mai ve Siyah (Halit Ziya Uşaklıgil)
*Aşk-ı Memnu (Halit Ziya Uşaklıgil)
*Kırık Hayatlar (Halit Ziya Uşaklıgil)
*Kadın Pençesi (Halit Ziya Uşaklıgil):Öykü
*Bugünün Saraylısı (Refik Halit Karay)
*Memleket Hikayeleri (Refik Halit Karay)
*Yezidin Kızı (Refik Halit Karay)
*İnce Mehmet (Yaşar Kemal )
*Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal )
*Yılanı Öldürseler (Yaşar Kemal )
*Murtaza (Orhan Kemal)
*Hanımın Çiftliği (Orhan Kemal)
*Ekmek Kavgası (Orhan Kemal)
*Eskici ve Oğulları (Orhan Kemal)
*Bereketli Topraklar Üzerinde (Orhan Kemal)
*Baba Evi (Orhan Kemal)
*Avare Yıllar (Orhan Kemal)
*Cemile (Orhan Kemal)
*Çamaşırcının Kızı (Orhan Kemal)
*72.Koğuş (Orhan Kemal)
*Evlerden Biri (Orhan Kemal)
*Devlet Kuşu (Orhan Kemal)
*Kötü Yol (Orhan Kemal)
*Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
*Kiralık Konak (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
*Ankara (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
*Genç Kız Kalbi (Mehmet Rauf)
*Eylül (Mehmet Rauf): Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı.
*Araba Sevdası ( Recaizade mahmut ekrem)
*Tutunamayanlar (Oğuz Atay)
*Tehlikeli Oyunlar (Oğuz Atay)
*Korkuyu Beklerken (Oğuz Atay)
*Yılanların Öcü (Fakirt Bayburt)
*Kaplumbağalar (Fakirt Bayburt)
*Devlet Ana (Kemal Tahir)
*Yorgun Savaşçı (Kemal Tahir)
*İntibah (Namık Kemal)
*Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal):Tiyatro oyunu
*Cezmi (Namık Kemal)
*Zavallı Çocuk (Namık Kemal): Tiyatro oyunu
*Akif Bey (Namık Kemal): Tiyatro oyunu
*Bir Düğün Gecesi (Adalet Ağaoğlu)
*Küçük Ağa (Tarık Buğra):
*Osmancık (Tarık Buğra):
*Ayaşlı ile Kiracıları (Memduh Şevket Esendal)
*Miras (Memduh Şevket Esendal)
*Zehra (Nabizade Nazım):
*Karabibik (Nabizade Nazım): İlk Türkçe köy romanı.
*Sergüzeşt (Samipaşazade Sezai)
*Küçük Şeyler (Samipaşazade Sezai)
*Kürkçü Dükkanı (Yusuf Ziya Ortaç)
*Şeker Osman (Yusuf Ziya Ortaç)
*Göç (Yusuf Ziya Ortaç)
*Üç Katlı Ev (Yusuf Ziya Ortaç)
*Bize Göre (Ahmet Haşim)
*Falaka (Ahmet Rasim): Çocuk Kitabı
*Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay)
*Çankaya (Falih Rıfkı Atay)
24 Mayıs 2018 Perşembe
NAZIM HİKMET
28 kanuni sani
-ta ata aa ta ta ha ta tta ta
tarih
sınıf-ların
mücadelesidir
1921
kanunisani 28
karadeniz
burjuvazi
biz
on beş kassap çengelinde sallanan
on beş kesik baş
yoldaş
bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunisaniyi unutma!
"siyah gece
"beyaz kar
"rüzgar
"rüzgar".
trabzondan bir motor açılıyor
sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
motoru taşlıyorlar
son perdeye başlıyorlar!
burjuva kemal'in omuzuna binmiş
kemal kumandanın kordonuna
kumandan kahyanın cebine inmiş
kahya adamlarının donuna
uluyorlar
hav hav hak tu
yoldaş unutma bunu burjuvazi
ne zaman aldatsa bizi
böyle haykırır:
- hav hav hak tu
- gördün mü ikinci motörü?
- içinde kim var?
- arkalarından gidiyorlar.
- ikinci motör birinciye yetişti
- bordoları bitişti
- motörler sarsılıyor
- dalgalar sallıyor sallıyor dalgalar.
- hayır
iki motörde iki sınıf çarpışıyor
- biz onlar!
- biz silahsiz onlar kamali
- tırnaklanmız
- kavga son nefese kadar
- kavga
- dişlerimiz ellerini kemiriyor
kamanın ucu giriyor
- girdi...
- yoldaşlar, ey!
artık lüzum yok fazla söze:
bakın göz göze
- karadeniz
on beş kere açtı göğsünü,
on beş kere örtüldü.
onbeşlerin hepsi
bir komünist gibi öldü
moskova 1923
Türk Kimliğinin Ortaya Çıkışı ve İlk Türkler
Türk Kimliğinin Ortaya Çıkışı ve İlk Türkler
Türk Kimliğinin Ortaya Çıkışı ile Türklerin kendilerine Türk demeye başlaması, Türk Kelimesinin anlamını ve İlk Türk toplumları hakkında araştırma notları.
Türk’lük kavramının ortaya çıkışı bugün Türk olarak tanımladığımız toplumların tarih sahnesine çıkması ile neredeyse yaşıttır. Bunun yanında “Türk” ifadesinin nasıl ve ne zaman kullanılmaya başlandığı ile ilgili yoğun bir handikap ve bilgi kirliliği mevcuttur. Araştırılması ve bu araştırmaların arkeolojik çalışmalarla teyit edilmesi çok zor olan Asya tarihi maalesef kimi tarihçilerin keyfe keder yorumlarlarıyla ciddiyetsiz bir hal almış durumdadır. Günümüzde yapılan detaylı araştırmalarda ve Türk’lerin ilişkide bulunduğu toplumların tarihlerinde kendi Tarihimizin izlerine rahatlıkla ulaşabiliyoruz.
Türk toplumlarını teşkil eden “Amerind - Beyaz Irk” melezi Ön Türk’ler, tarih sahnesine iki koldan (Aral Gölü ve Tanrı Dağları) çıkmış, bu iki kol 4.000 Yıl önce ÖTÜKEN’de birleşerek yeni bir toplum oluşturmuştu. M.ö. 2.000 li yıllarda ortaya çıkan bu toplum artık Kendisine “Türk” demeye başlamıştır. Zira Aral’dan gelen Ön Türk kolu, buraya göç etmeden önce kendilerine “Türk” demekteydiler. Aral Kolundan gelen Ön Türk’lerin kendilerine Türk demeleri, Tanrı dağlarındaki buluşmadan 1000 yıl önce başlar. Dolayısıyla Türklük kavramının kaynağına ulaşmamız için Kendilerine ilk Türk diyen Aral’lı Ön Türk kolunun üzerinde yoğunlaşmamız gerekecektir.
Aral’lı Ön Türk’ler tarih sahnesine -8.000’li yıllarda çıkmışlardı. Kuzeyden inen Amerind’ler ile Aral Gölünün yerlileri olan Beyaz Irk mensubu iki toplum burada akrabalık bağı kurarak uzun yıllar yaşamış ve en eski Ön Türk toplumunun temellerini oluşturmuşlardı. Kendilerine henüz “Türk” demeyen bu toplum, binlerce yıl yaşadıkları Aral Gölü, Hazar Denizi ve Doğu Kafkasya bölgelerindeki müstakil yaşantılarını şartların gereği olarak medeni yaşama dönüştürmeye başladılar. Boylar ve Aşiretler halinde yaklaşık 4 Bin yıl yaşayan bu toplumlar yaşamın kaynağı olan sulak bölgeler üzerinden göç hareketlerine giriştiler. Bu göç hareketleriyle birlikte ulaştıkları Mezopotamya’da yeni bir otoriter sistem inşa ettiler. M.ö. 4.000’li yıllarda giriştikleri bu göç hareketi ile Dünya Medeniyetin temellerini atan Sümer Devletler topluluğunun kurucu unsuru oldular.
Sümerleri tek başına bir ülke yada müstakil bir toplum olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Kuzeyden gelen Ön Türk kolları, bu bölgede Mezopotamya’nın yerli unsurları ile birlikte yaşayarak teşkilatlı bir yönetim düzeni oluşturdular. Bu tarihe kadar Mezopotamya’da bir medeniyet kurulmamıştı ve belli bir toplumun vatanı olarak kabul edilmemekteydi. Daha önce Devlet ve Medeniyet tecrübesi olmayan bu toplumlar bir nevi Birleşmiş Milletler halinde kurallara dayalı, birbirleri ile iyi komşuluk ilişkilerini esas almış bir ortak yönetim biçimi oluşturdular. Tarihçiler, günümüzde bu yönetime “Site Devletleri” adını verirler. Bu yönetim biçiminde her toplum kendi Şehrinde yaşıyor, kendi Kralı tarafından yönetiliyor ve diğer toplumların yönetimlerine karışmıyordu. Bunun yanında tüm Sümer Şehir Devletleri aynı dini inanışlara sahip, aynı dili konuşan, aynı toplumsal kurallar ve birbirine çok benzeyen yaşayış şekilleri ile varlıklarını devam ettirmekteydiler. Bu yönetim biçimi binlerce yıl ayakta durmuş, medeniyetin temeli olan Yazıyı keşfetmiş ve kullanmaya başlamış, toplum olarak güçlendikçe sayıları hızla artmıştır.
Pek çok tarihçi Sümer Devletinin kurucularının Asya’lı olduğunu kabul eder. Asya’dan göç ettikleri ve Beyaz Irk’a mensup Yuvarlak Başlı (Brakisefal) bir ırk olduğu kesin olarak tespit edilen Sümer toplumunun Türk Alfabesi ve Türkçe ile çok yakın bağıda Sümerlerin Ön Türk kökenli bir devlete sahip olduğunu açıkça ortaya koyar.
Kuzeyden inen Ön Türk toplulukları da bu Site Devleti içerisinde Kurucu Unsur olarak yer almış ve varlıklarını Sümer Medeniyeti içerisinde devam ettirmişlerdir. Bu toplumun kendisine TÜRK demesi de, Sümer Site Devletlerine katılmasından birkaç yüz yıl sonra gerçekleşir. Zira Sümerlerin son dönemlerinde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olduğu ortaya çıkmıştır. Sümer Devletini yıkan Akadların (Arapların Ataları) Kralı Naramsin, Sümer Devletlerine açtığı savaşta mücadele ettiği Şehir Devletlerinin ve Krallarının isimlerini yazıya dökerek kayıt altına almıştı. Bu kayıtlarda TÜRKİ adlı bir Şehir devleti olduğu, Kralının adının İL-şu Nail olduğu belirtilir. Hem ülkenin isminin TÜRKİ olması, hemde Kralın unvanının Türkçe olması bu şehir devletinin ilk TÜRK devleti olduğunu ortaya çıkartmaktadır.
Sümerlerdeki TÜRKİ adlı Site devletinin varlığı ve halkının Türkçe konuşuyor olması bu toplumun ilk Türk Devleti olduğunu ortaya koyuyor. Peki Sümerlerin son dönemlerinde varlığı kesin olarak ortaya çıkan TÜRKİ Devleti ne zaman vücut buldu ve tarih sahnesine çıktı?
Sümer araştırmacıları, Sümerlerin kurulduğu ilk dönemlerde TÜRKİ adlı bir Şehir Devletinin var olmadığını belirtiyor. Yani Sümerlerin ortaya çıktığı -3.500 lü yıllarda TÜRKİ adlı bir toplum yoktu. Aral boylarındaki Ön Türkler, Sümer devletinin kuruluşunda asli unsur olarak rol oynadığında kendisine TÜRK unvanı vermemişti. Bu unvanı birkaç yüz yıl sonra Büyük Tufan sonrasında edindiler.
Sümerler, kurulduktan yaklaşık 500 yıl sonra Mezopotamya topraklarında büyük bir Tufan meydana gelmişti. Bu tufan, geniş bir coğrafyada etkili olmuş, çok sayıda insan sular altında kalarak ölmüş, medeniyetler ve şehirler önemli ölçüde yok olmuştu. Bulgulara göre bu Tufan -3.000 yılları civarında gerçekleşti. Zira Tufan’a ait bilgiler Tufanın Sümerler döneminde yaşandığını ortaya koymaktadır. Tufandan ilk bahseden yazılı kayıtlar -2.500 yılına aittir. Yani Tufan -2.500 lü yıllardan daha önce meydana gelmiştir. Sümerlerin yazıyı -3.200 lerde kullanmaya başladığını ve pek çok yazılı eser bıraktığını düşünürsek Tufanın yaklaşık olarak -3.000 yıllarında meydana gelmiş olduğu sonucuna varabiliriz. Bu Tufan, aslında pek çok kişinin bildiği Nuh Tufanıdır. Zira Tufan ile ilgili destanlar, hikayeler ve kayıtlar Kuran’da belirtilen Nuh Tufanı ile birebir örtüşmektedir.
Yaşanan Tufan sonrası Sümer Devletler topluluğu halen ayaktaydı ve güçlü bir yapıya sahipti. Düşünülen odur ki, Aral gölünden Mezopotamya’ya inen Ön Türk’ler burada kurdukları Şehir Devletini Tufan sonrasında yeni bir inanışa göre yeniden adlandırdılar. -3.000 lerde yaşandığı düşünülen Tufan’dan sonra Hz. Nuh, çocuklarını toplumların başına Lider olarak göndermişti. Arap Tarihçilerinin bu konuda yaptıkları araştırmalar oldukça ilginçtir. Bu araştırmanın sonuçları bizi Aral Gölünden Mezopotamya’ya göç eden toplumların tufandan sonra kendilerine TÜRK ünvanı verdiği gerçeğine ulaştırıyor.
Nuh Tufanına ait bilgiler hem kulaktan kulağa yayılan ve masallaştırılan efsanelerde, hem Tarih araştırmacılarının elde ettiği muhtelif tespitlerde, hem Tevrat ve İncil’de, hem de Kur-an’ı Kerim’de geçmektedir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler Hz. Nuh’un oğullarından yeni nesiller türediğini belirtiyor. Burada “Türemek” kavramı muhtemeldir ki hem kendi soyunu devam ettirmek hem de toplumların liderliğini üslenmek olarak edebi bir dille ifade edilmiş. Zira Tufandan önce varolan kavimlerin birçoğu Tufandan sonrada varlıklarını devam ettirmiştir. Arap tarihçi ve yazar Said bin El-Müseyyeb Nuh’un Ham, Sam ve Yafes adında üç oğlunun olduğunu ve bu oğullarının soylarından kavimler meydana geldiğini belirtir. Bunun yanında Nuh’un oğullarının soyundan gelenlerin isimleri de bu araştırmalarda ulaşılan önemli bilgilerdendir. Bu bilgiler bize hem Türk toplumunun hem de komşusu olan diğer toplumların nasıl kimliklerini kazandıklarına dair önemli ipuçları verecektir.
Gılgamış Destanı, Hatti Kayıtları, Sümer Yazıtları, Tevrat, İncil ve Kur-an’ı Kerim’de elde edilen bilgiler ışığında ortaya çıkan bilgiler, Hz. Nuh’un çocuklarının ve çocuklarından olan çocuklarının (Torunlarının) isimlerini şu şekilde tespit etmiştir ;
Hz. Nuh’un oğulları Ham, Sam ve Yafes.
Ham’ın Oğulları ; Kuş, Mizraim, Put, Kenan.
Sam’ın Oğulları ; Elam, Asşur, Arpaçşad, Lud ve Aram.
Yafes’in Oğulları ; Türk, Gomer, Mogog, Madai, Javan, Tubal, Meşeç, Tiras.
Hz. Nuh’un çocuk ve torunlarının isimleri mutlaka tanıdık gelecektir. Zira Türk kavmine olduğu gibi pek çok kavme isim babalığı yapan bu isimler, hem dünya medeniyetini yeniden inşa etmiş, hem temel kültürleri oluşturmuş hem de Dünyanın demografik temellerini atmıştır. Bu isimlerden en tanıdık gelenleri Elam’ın başına geçtiği kavim Elamlılar olarak anılmış, Asşur’un başına geçtiği kavim Asurlular olarak anılmış, Aram’ın başına geçtiği kavim Aramiler olarak anılmış, Arpaçşad’ın başına geçtiği kavim Araplar olarak anılmış, Türk’ün başına geçtiği kavimde Türkler olarak günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Aslında bu bilgi yakın zamanda ortaya çıkmamıştır. Binlerce yıldır bilinen, Bozkır Türk’lerince efsane olarak babadan oğula anlatılan bir mitdir ve Selçuklu döneminde Anadolu ya giren Türkler içerisinde bile anlatıla gelmiştir. Öyle ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu da bu bilgiyi Halk dilinden kaleme almış ve gerçekliği üzerinde araştırmalar yaparak itibar etmiştir. Bu bulgular ışığında Atatürk de Türk’lerin kökenini Nuh’un torunu Türk’e dayandırmıştır. Bunun yanında ilginçtir ki Bozkır efsanelerinde söz edilen unsurlara Arap efsanelerinde de rastlanmaktadır. Birbirleriyle ilk teması M.s. 8. Yüzyılda gerçekleşen Türkler ve Araplar, aynı efsaneyi bu ilk temastan yüzlerce yıl önce yazıya dökmüştü. Elbette literatür tarihçileri bu bilgiye efsane ve masal olarak bakmış, itibar etmeyerek ciddiye almamıştır. Oysaki yakın zamanda ortaya çıkartılan Sümer yazıtları, Hatti yazıtları, Gılgamış destanı, Arap tarihçilerinin araştırmaları, Etimolojik ve Arkeolojik bulgular her halükarda bu tezi desteklemekte ve gerçekliğini ortaya çıkartmaktadır.
Artık bugün, tarafgir nitelikleri açıkça ortaya çıkmış, yanlı tezleri birer birer çürütülmüş batılı politik tarihçilerin literatüre geçirdiği kusurlu ve yanıltıcı bilgilere itibar etmek yerine tarihsel bulguların ve kesinlik kazanmış delillerin bizi ulaştırdığı mantıkla ortaya çıkan ve bizzat Halkın Tarihiyle teyitlenen bu bilgiye itibar etmeli ve sahip çıkmalıyız.
23 Mayıs 2018 Çarşamba
MEB 100 TEMEL ESER
TÜRK EDEBİYATI
1. M. Kemal Atatürk – Nutuk
2. Kutadgu Bilig‘den Seçmeler
3. Dede Korkut Hikayeleri
4. Yunus Emre Divanı’ndan Seçmeler
5. Mevlana-Mesnevi’den Seçmeler
6. Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler
7. Divan Şiirinden Seçmeler
8. Halk Şiirinden Seçmeler
9. Evliya Çelebi – Seyahatnamesi’nden Seçmeler
10. Kerem ile Aslı
11. Samipaşazade Sezai – Sergüzeşt
12. Halit Ziya Uşaklıgil – Mai ve Siyah
13.Hüseyin Rahmi Gürpınar– Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç
14. Ahmet Rasim – Şehir Mektupları
15. Ahmet Hikmet Müftüoğlu – Çağlayanlar
16. Ömer Seyfettin – Hikayelerden Seçmeler
17. Mehmet Akif Ersoy – Safahat
18. Ahmet Haşim – Bize Göre
19. Yahya Kemal Beyatlı– Eğil Dağlar
20. Yahya Kemal Beyatlı – Kendi Gök Kubbemiz
21.Abdulhak Şinasi Hisar – Boğaziçi Mektupları
22. Ruşen Eşref Ünaydın – Diyorlar ki
23. Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Kiralık Konak
24. Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Yaban
25. Refik Halit Karay – Memleket Hikayeleri
26. Refik Halit Karay – Gurbet Hikayeleri
27. Halide Edib Adıvar– Sinekli Bakkal
28. Halide Edib Adıvar – Mor Salkımlı Ev
29. Reşat Nuri Güntekin – Anadolu Notları
30. Reşat Nuri Güntekin –Çalıkuşu
31. Falih Rıfkı Atay – Çankaya
32. Falih Rıfkı Atay– Zeytindağı
33. Faruk Nafız Çamlıbel – Han Duvarı
34. Nazım Hikmet – Memleketimden İnsan Manzaraları
35. Şevket Süreyya Aydemir – Suyu Arayan Adam
36. Memduh Şevket Esendal – Ayaşlı ile Kiracıları
37. Peyami Safa – Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
38. Peyami Safa – Fatih – Harbiye
39. Nihad Sami Banarlı – Türkçe’nin Sırları
40. Ahmet Hamdi Tanpınar – Beş Şehir
41. Ahmet Hamdi Tanpınar – Sahnenin Dışındakiler
42. Samiha Ayverdi – İbrahim Efendi Konağı
43. Necip Fazıl Kısakürek – Çile
44. Sabahattin Ali – Kuyucaklı Yusuf
45. Ahmet Kutsi Tecer – Şiirler
46. Ahmet Muhip Dıranas – Şiirler
47. Aşık Veysel – Dostlar Beni Hatırlasın
48. Orhan Veli – Bütün Şiirleri
49. Cahit Sıtkı Tarancı -Otuz beş Yaş (Bütün Şirleri)
50. Kemal Tahir – Esir Şehrin İnsanları
51. Orhan Kemal – Eskicinin Oğulları
52. Sait Faik Abasıyanık – Kayıp Aranıyor
53. Sait Faik Abasıyanık – Hikayelerinden Seçmeler
54. Halikarnas Balıkçısı – Aganta Burina Burinata
55. Kemal Bilbaşar – Cemo
56. Samim Kocagöz – Kalpaklılar
57. Tarık Buğra – Küçük Ağa
58. Necati Cumalı – Tütün Zamanı
59. Rıfat Ilgaz – Karartma Geceleri
60. Orhan Hançerlioğlu – 7. Gün
61. Fakir Baykurt – Kaplumbağalar
62. Faik Baysal – Drina’da Son Gün
63. Abbas Sayar – Yılkı Atı
64. Haldun Taner – Hikayelerinden Seçmeler
65. Oğuz Atay – Bir Bilim Adamının Romanı
66. Aziz Nesin – Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz
67. Sabahattin Kudret Aksal – Gazoz Ağacı
68. Yusuf Atılgan – Anayurt Oteli
69. Cemil Meriç – -Bu Ülke
70. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil – Gençlerle Başbaşa
71. Naki Tezel – Türk Masalları
72. Salah Birsel – Boğaziçi Şıngır Mıngır
73. Bahattin Özkişi – Sokakta
DÜNYA EDEBİYATI
74. Beydeba – Kelile ve Dimne
75. Eflatun – Devlet
76. Platon – Sokrates’ın Savunması
77. Sadi – Gülistan
78. Cervantes – Don Kişot
79. Balzac – Vadideki Zambak
80. Viktor Hugo – Sefiller
81. Goethe – Faust
82. Daniel Daefo – Robinson Crusoe
83. Dostoyevski – Suç ve Ceza
84. Gogol – Ölü Canlar
85. Turgenyev – Babalar ve Oğullar
86. Tolstoy– Savaş ve Barış
87. Gustav Flaubert – Madam Bovary
88. Charles Dickens – İki Şehrin Hikayesi
89. Knut Hamsun – Açlık
90. Jack London – Beyaz Diş
91. Rabindranath Tagore – Gora
92. Ernest Hemingway – Çanlar Kimin İçin Çalıyor
93. William Faulkner – Ses ve Öfke
94. İvo Andriç – Drina Köprüsü
95. Panait İstrati – Akdeniz
96. John Steinbeck – Fareler ve İnsanlar
97. M Selimoviç – Derviş ve Ölüm
98. Cengiz Dağcı – Onlar da İnsandı
99. Cengiz Aytmatov – Beyaz Gemi
100. Cengiz Aytmatov – Gün Olur Asra Bedel (Gün Uzar Yüzyıl Olur)
KÜRK MANTOLU MADONNA KİTAP ÖZETİ

KÜRK MANTOLU MADONNA KONUSU,KİTAP ÖZETİ
SABAHATTİN ALİ
Kahraman-anlatıcı, Ankara’da işsiz kaldığı bir gün, sokakta eski arkadaşlarından Hamdi Bey’le karşılaşır. Hamdi Bey, bir şirkette müdür yardımcılığı görevine getirilmiştir. Kahraman-anlatıcının işsiz olduğunu öğrenince ona şirkette bir iş verebileceğini söyler. Ertesi gün şirkete giden kahraman-anlatıcıya bir iş verir ve orada çalışan mütercim bir memur olan Raif Efendi ile aynı odada çalışmasını ister. Haftalarca aynı odada çalışmalarına rağmen, iki memur arasında bir yakınlık ve samimiyet gerçekleşmez. Bir gün, Raif Efendi’nin yaptığı çevirinin memurlar tarafından unutulması üzerine Hamdi Bey feci bir şekilde Raif Efendi’yi azarlar. Raif Efendi de, Hamdi Bey gittikten sonra onun resmini yapar. Bu resimde başarılı bir insan tahlili gören kahraman-anlatıcı, bundan sonra Raif Efendi’ye daha farklı bir nazarla bakmaya başlar.
Raif Efendi’nin hastalanıp bir hafta işe gitmemesi üzerine, tercüme edilmesi gereken bir yazıyı kahraman-anlatıcı onun evine götürür ve ailesini de yakından tanıma imkânı bulur. Raif Efendi, bir şubat günü ağır bir şekilde hastalanır ve işe gitmez. Bu sefer durumu ciddi olan Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan iş yerinde eşyalarını toplamasını ister. Eşyaları Raif Efendi’ye getiren kahraman-anlatıcının bir defter dikkatini çeker. Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan bu defteri sobada yakmasını ister. Defterde mühim şeylerin yazıldığını düşünen kahraman-anlatıcı, Raif Efendi’yi ikna ederek defteri alır, oteline gider ve defteri okumaya başlar.
Romanın ikinci olay örgüsünü Raif Efendi’nin hatıra defterine yazdıkları oluşturur. Havranlı bir aileye mensup olan Raif Efendi, çocukluğunda çekingen ve ürkek bir çocuktur. Akranlarıyla iletişim kurmakta zorlandığı için yalnızlığını kitap okuyarak ve resim yaparak gidermeye çalışır. Güzel Sanatlar Akademisi’ni okumak için İstanbul’a gelir ve eğitimini tamamlamadan buradan ayrılır. Maddi durumu iyi olan babası, Raif Efendi’yi sabunculuk tekniğini öğrenmesi için Almanya’ya gönderir. Burada, sabunculukta ileri bir tekniğe sahip olan fabrikaya gitmek yerine, müzelere ve resim galerilerine giderek vaktini geçirmeye çalışır.
Bir senedir burada olan Raif Efendi, bir gün bir resim galerisinde gördüğü Kürk Mantolu Madonna tablosundan etkilenir. Günlerce sadece bu tabloyu seyretmek için galeriye gider. Sonunda tablonun sahibi Maria Puder’le tanışır ve ona âşık olur. Bir yılbaşı günü Maria’yla birlikte olur. Ancak, bu birliktelikten sonra Maria’nın isteği üzerine birkaç gün görüşmezler. Onsuz bir yaşama dayanamayan Raif Efendi, Maria’nın hastahaneye kaldırıldığını öğrenir. Hastalığı müddetince ona bakar ve tekrar güvenini kazanır. Maria’yla ilişkisinin tam rayına oturduğu bir zamanda memleketinden bir telgraf alır. Telgrafta babasının öldüğü ve derhal memlekete gelmesi gerektiği yazılıdır. İşlerini düzelttikten sonra Maria’yı da memleketine getireceği sözünü veren Raif Efendi, Almanya’dan ayrılır.
Maria Puder’le düzenli olarak mektuplaşır. Ancak belli bir zaman sonra Maria Puder, Raif Efendi’ye mektup yazmaz. Raif Efendi kandırıldığını düşünerek bir başka kadınla evlenir ve çocukları olur. Ankara’da bir gün, Almanya’dayken pansiyonunda kaldığı Maria Puder’in akrabasıyla karşılaşır. Ona Maria Puder’le ilgili imalı sorular sorunca Maria’nın on sene önce hastalandığını, hastalığına rağmen bir çocuk dünyaya getirdiğini ve babasının da bir Türk olduğunu öğrenir. Kadının isim vermediği bu Türk’ün kendisi olduğunu anlayan Raif Efendi, kadının yanında olan 8-9 yaşlarındaki kızına bakar. Bir dakika sonra tren hareket eder ve bu şokla Raif Efendi de hatıra defterine bunları yazmaya başlar. Defteri okuyan kahraman-anlatıcı, onun iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu anlar. Defteri vermek için Raif Efendi’nin evine gittiği zaman ailesi onun öldüğünü söyler.
Eserdeki kişiler ve özellikleri
Raif Efendi:Asıl kahramandır. Raif Efendi romanın genelinde kendi halinde, sessiz, sakin, ahlaklı ve sıkıntılı olduğu zamanlarda başkalarına belli etmeyen birisidir. Ancak bu sessizliğinin ardında bir kadına duyduğu sevda gizlidir.
Rasim:Raif Efendi'nin iş arkadaşı. Raif Efendi'nin gizemini çözmemizi sağlayan karakter.
Maria Puder:Yaşamın kıyısında kendi kendine debelenirken; aşkıyla içindeki tüm gizli güçleri sere serpe yaşamak isteyen; güçlü bir kadındır.Diğer bir tabirle "Kürk Mantolu Madonna"'dır.
Eserin ana fikri
Sabahattin Ali’nin sözü her şeyi açıklıyor: ”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!... Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
ROMANIN İNCELEMESİ:
Kürk Mantolu Madonna, Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak tefrika edilir ve kitap olarak da ilk kez 1943 yılında Remzi Kitabevi tarafından yayımlanır.
Romanın yazılmasında, başta yazarın duygu ve düşünce dünyasında yer edinen insan, sevgi, aşk, yalnızlık ve yabancılaşma temalarının olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Sabahattin Ali’nin 1928 yılında Almanya’ya devlet kanalıyla gönderildikten sonra orada tanıştığı ve âşık olduğu Frolayn Puder adlı bir bayanla yaşadığı yoğun duygular da eserin yazılmasında diğer bir etken olarak karşımıza çıkar.
Kürk Mantolu Madonna, iki farklı anlatıcının bakış açısıyla kaleme alınan ve bu anlatıcılar yoluyla yabancılaşma olgusuna birçok cepheden yaklaşan bir romandır. Romanda, kahraman-anlatıcının iş yerinde herkesin sıradan ve sıkıcı olarak gördüğü Raif Efendi’nin iç dünyasını, Raif Efendi’ye ait bir hatıra defteri aracılığıyla keşfetmesi ve onun yabancılaşmasının nedenleri anlatılır. Kürk Mantolu Madonna romanında, romanın aslî kahramanı Raif Efendi üzerinden değerlendirilmekle birlikte, kahraman-anlatıcı ve Maria Puder gibi karakterlerin de yabancılaşmasına dikkat çekilecektir. Gerek kahraman-anlatıcı, gerek Maria Puder Raif Efendi’nin yalnızlığının ve yabancılaşmasının sebeplerini açığa çıkaran karakterlerdir.
Bu açığa çıkarmada Raif Efendi gibi bu iki karakterin de edebiyat ve sanatla meşgul olmaları ve dolayısıyla insanı çözümlemede ve gözlemlemede edebiyatın ve sanatın gücünden faydalandıklarını söylemek gerekir. Her üç karakter de genel kabulün dışında bir yaşam ve bir felsefe geliştirmiş, hakikî insanı aramak için ısrar etmiş ve çevrelerine karşı yabancılaşmışlardır.
***
Kahraman-anlatıcı, yirmi beş yaşlarında, Ankara’da yaşayan ve çocukluğundan beri edebiyatla meşgul olan biridir. Parayı yaşamak için gerekli görmekte ve zengin olmak yerine şiir ve hikâye yazarak hayatını anlamlandırmaya çalışmaktadır. Kapitalizmin esiri olmayan kahraman-anlatıcı, ne mülk sahibi olmuş ne de bürokraside önemli yerlere gelmiştir. Onun bu durumunun iyice açığa çıkması için okul arkadaşı Hamdi Bey’le karşılaşması ve onun kendisine ne kadar yabancılaştığını görmesi yeterli olacaktır.
Anlatıcı, Raif Efendi’nin yaptığı bir resimde müthiş bir yetenek görüp bu yeteneği keşfetmek ve kendi yalnızlığını ancak bu kişiyle bir arkadaşlık kurarak gidermeyi düşünür. Nitekim o da yazdığı şiir ve hikâyelerle insanı anlamaya çalışan ve bu uğraşı yüzünden de çok da değer görmeyen bir yalnızdır. Bundan dolayı da Raif Efendi ile her geçen gün arkadaşlığını ilerletir ve böylece bizim Raif Efendi’nin gerçek hikayesini öğrenmemize aracılık etmiş olur.
***
Raif Efendi’nin iş ve aile ortamında bir yalnız ve yabancı olarak görülmesi ilk olarak kahraman-anlatıcının dikkatiyle ortaya çıkmaktadır. Ne iş ne de aile ortamında yaşadığı çevrenin insanına benzemeyen Raif Efendi, bu hâliyle her iki ortamda da önemsenmeyen, silik ve pasif bir kişidir. Raif Efendi’nin henüz iç dünyasının zenginliğini keşfetmeyen kahraman-anlatıcı da bu algıyı diğer insanlarla paylaşarak onu oldukça “manasız” ve “sıkıcı bir mahluk” olarak görür.
Raif Efendi’nin hâl ve tavırlarında hiç de lisan bilen bir insan görünüşü yoktur. Ama her şeyden ziyade onun belirgin özelliği insanlığına yabancılaşan bir makineye ve bir robot insana dönüşmüş olmasıdır. Raif Efendi sevinme, üzülme, heyecanlanma, kızma, kendini savunma, yükselme… gibi insanî vasıflarını yitirmiştir. Bu da onun hem iş yerinde hem de ailesinde gereksiz bir insan muamelesi görmesine sebep olur.
Kahraman-anlatıcı, bir tesadüfle Raif Efendi’nin resim yeteneğini keşfedince onu yakın bir takibe alır ve hastalandığı bir gün de evine giderek ailesini yakından tanımaya çalışır. Kahraman-anlatıcı, oldukça kalabalık bir aileye sahip olan Raif Efendi’nin, evinde de “fazla ve lüzumsuz bir şey” gibi durduğuna ve dikkat ederek bu insanlar arasında da yabancı bir duruş sergilediğini gözlemler. Evin maddi olarak bütün yükünü çekmesine rağmen, evde varlığı ve yokluğu belli değildir. Kahraman-anlatıcıya göre, bu hâle düşmesinde bilinçli olarak onlardan kendini izole etmesi, onlarla iletişim kurmaması ve herhangi bir olumsuz duruma karşı tepki vermemesi neden olur.
Raif Efendi’nin kendisine, ailesine ve topluma karşı neden yabancılaştığını, kendi kaleminden psikolojik bir tahlil eşliğinde öğreniriz. Bir insana içini dökmek yerine yazmakla rahatlamaya çalışması da insanlarla arasına koyduğu mesafenin hiçbir zaman kapanmadığının bir göstergesi ve kendisini kimsenin anlamayacağı düşüncesinin bir sonucu olarak görülmektedir. Raif Efendi, ta çocukluğundan başlayarak mevcut zamana kadar yalnızlaşmasının ve yabancılaşmasının sebeplerini defterinde anlatır. Çocukluğunda sessiz, mahcup ve çekingen bir karaktere sahip olan Raif Efendi Raif Efendi insanlarla kuramadığı iletişimi ve yakınlığı kitap okuyarak ve resim yaparak gidermeye çalışır.
Raif Efendi, sadece arkadaş çevresiyle değil, ailesiyle de bir iletişim kuramaz ve onlara karşı da hep yabancı bir duruş sergiler. Babasının kendisini hiç tanımadığını, babası tarafından Almanya’ya bir fabrikada sabunculuk tekniğini öğrenmesi için gönderildiği zaman anlar. Çünkü O, hiçbir zaman ticaretle ilgilenmemiş ve para kazanma hırsı içinde olmamıştır.
Ailesinde yabancılık hissettiği kişi sadece babası değildir, ablaları da onunla iletişime geçmeyen kişilerdir. Annesi ise, oğlunun ruhuna giremeyecek kadar silik ve zavallı biridir. Bu durumda Raif Efendi de biyolojik bağla bağlı olan, ancak gönülden bağlı olmadığı ailesinin kendisine vermediği sevgiyi ve ilgiyi yabancı bir ülkede yabancı bir kadın olan Maria Puder’de bulur. Maria Puder dışında Almanya’da da kimseyle iletişim kurma gereği duymaz.
Raif Efendi, Maria Puder’den uzun süre mektup alamayınca onun tarafından aldatıldığını ve unutulduğunu düşünür. İnsanlara güvenmek ve inanmak kabiliyetini bu sefer iyice yitirir. Maria Puder’le hayata tutunan ancak onu kaybedince de tüm yaşama sevincini ve umudunu kaybeden Raif Efendi, bundan sonra sadece yaşamak için yaşayacaktır. Maria Puder’i unutmak için âşık olmadığı bir bayanla evlenir ve çocukları olur. Ancak o, ne eşiyle ne de çocuklarıyla bir yakınlık kurmadığı gibi Maria Puder’i de unutamaz.
Raif Efendi robot insan olarak ailede baba, iş yerinde bir memur rolünü üstlenerek insanın sıradanlaşması anlamındaki genel yabancılaşmayı üst seviyeye çıkarır. Düşünmeyen, sorgulamayan ve sadece fizikî ihtiyaçlarını karşılayan biri olur. Yaşadığı hayal kırıklığından dolayı kendine de yabancılaşarak ruhu yerine bedeninin sesini dinlemeyi tercih eder. Bu bakımdan hastalığı sırasında göstermiş olduğu aşırı tepkiler, sadece bedeni için yaşayan bir kişi görüntüsünü ortaya koyar.
Raif Efendi burnunun dibinde olsa bile mutluluğu yakalamak için hiçbir çaba göstermez, adeta mutsuz olup acı çekmekten hoşlanır gibidir. Maria Puder’i onca sevdiği halde her şeyi tesadüflere bağlar ve olaylara hemen hiç müdahale etmez. Hatta bir tesadüf sonucu karşılaştığı kızı ile tanışmayı bile düşünmez.
***
Babası Yahudi, annesi Alman olan Maria Puder, Almanya’da kendini hep yabancı ve gurbette hissetmiştir. Dindar bir Yahudi olmadığını, ecdadının vatanlarından koparılıp dünyanın birçok yerine dağıldığını ve uzak vatanına hasret duyduğunu ifade eder. Maria Puder de Berlin’de hem bir Yahudi olarak hem de “aradığı insanı” bulamama noktasında Raif Efendi gibi yabancı bir kişidir.
Maria Puder Atlantik adı verilen bir yerde keman şarkıcısıdır. Raif Efendi kendisini takip edip dinlemeye geldiğinde onun masasına gelir ve onunla tanışır. İnsanı gözlemleme hususunda Raif Efendi kadar başarılı olan Maria Puder, onun diğer erkeklere benzemediğini düşünerek arkadaş olmalarını teklif eder. Raif Efendi’ye böyle bir teklifte bulunmak ve açık açık konuşmakla bir kadın gibi olmadığını gösterir. Raif Efendi’yi ise utanması ve mahcubiyetiyle bir çocuk ve bir genç kıza benzetir. Bu durumda ikisi de toplumun kadın ve erkeğe biçtiği rolün dışında, cinsiyetlerine yabancı bir karakterle ortaya çıkmaktadır.
Her ikisini birleştiren, bu aykırılıkla birlikte asıl, “o insanı arama” düşüncesidir. Raif Efendi, aradığı insanı bulduğunu düşünerek, kitap ve resimden sonra nihayet özne insana doğru yönelir. Maria Puder, erkeklerin kadını sadece bedeni için arzuladıklarını ve bu bedene sahip olmak için para harcadıklarını söyleyerek erkeklere olan sevgisizliğini ve güvensizliğini dile getirir. Diğer kadınlar gibi olamayınca da erkekler tarafından terk edildiğini ve yalnız kaldığını vurgular. Hayalindeki erkeği ise bir kadına sevmek dışında herhangi bir amaçla yaklaşmayan ve doğallığını yitirmeyen biri olarak tanımlar. Yani Maria Puder de Raif Efendi gibi, gerçek sevginin ve aşkın peşinde olan biridir. Bu sevgi ya da aşk ne menfaatle ne parayla ne de şehvetle kirletilmeyecek kadar özeldir.
Kürk Mantolu Madonna‘da anlatma ile olay zamanı arasında yaklaşık 15 yıllık bir süre vardır. Raif Efendi’nin hatıralarını not ettiği defterinin başında 20 Haziran 1933 tarihi yazılıdır. Bu anlatılacak olayın yazıya geçirilme zamanıdır. Olay zamanı ise defterde 10-15 yıl öncesi olarak belirtilmiştir.
Raif Efendi’nin asıl macerası “Umumi Harbin son seneleri” ve “mütarekeden sonra”ki dönemde başlar. Mondros Mütarekesi 1918′e yapıldığına göre, bir yıl kadar da Raif Efendi’nin Havran ve İstanbul’daki okuma serüveni sürdüğüne göre; Raif Efendi ile Maria Puder’in tanımalarına 1919 yılını esas alabiliriz.
Kürk Mantolu Madonna‘da çerçeve olayın geçtiği mekan Ankara, asıl olayın mekanı ise Berlin’dir.
Kaynaklar:
Nilüfer İlhan, Yabancılaşma Olgusu ve Kürk Mantolu Madonna Romanı, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 20
Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali -İnsan ve Eser-, Doktora Tezi, Elazığ 1991
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)